Değerli kardeşlerimiz,
Sitemizin amacı, verimli yazıları toplamak, mealci iddialarına cevap vermek, hadis açıklamalarını paylaşmaktır. Bazen bir hafta boyunca bir videoya cevap yazdığımız olmuştur.
By yüzden bu tartışmanın yazım hataları 2 hafta geçmesine rağmen tamamen düzeltilememiştir. İnanıyoruz ki, kısa zaman içinde yazım hataları tamamen düzeltilecektir.
Anlayışınız için teşekkür ederiz...
Not: Sitenin eski adı Kütüb-i Sitte olduğundan, ismimiz Kütüb-i Sitte Editörü olarak görülüyor.
Not: Altıntılardan sonraki (K)'ya tıklayarak kaynağı görebilirsiniz.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Selamun aleyküm. Şu adresdeki videonuzda ilgili hadisin hiçbir yerde geçmediği yalanını söylüyorsunuz. Kaynağı veriyorum:
Sitemizin amacı, verimli yazıları toplamak, mealci iddialarına cevap vermek, hadis açıklamalarını paylaşmaktır. Bazen bir hafta boyunca bir videoya cevap yazdığımız olmuştur.
By yüzden bu tartışmanın yazım hataları 2 hafta geçmesine rağmen tamamen düzeltilememiştir. İnanıyoruz ki, kısa zaman içinde yazım hataları tamamen düzeltilecektir.
Anlayışınız için teşekkür ederiz...
Not: Sitenin eski adı Kütüb-i Sitte olduğundan, ismimiz Kütüb-i Sitte Editörü olarak görülüyor.
Not: Altıntılardan sonraki (K)'ya tıklayarak kaynağı görebilirsiniz.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Selamun aleyküm. Şu adresdeki videonuzda ilgili hadisin hiçbir yerde geçmediği yalanını söylüyorsunuz. Kaynağı veriyorum:
Ahmed b. Hanbel (v. 241/855)'in Müsned'i ve bizzat
Buhârî (v. 256/870)'nin et-Târihu'l-Kebîr ve et-Târihu's-Sagîr'i, Ibn Ebî
Hayseme (v. 279/892)'nin Kitâbu't-Târih'i, Bezzâr (v. 292/905)'in Müsned'i
hadisimizin tasnif dönemine ait kaynakları olmaktadır. (Detaylı olarak bkz: Ahmed bin
Hanbel, IV, 335; Buhârî, et-Tarihu'l-Kebîr, I (ikinci kısım), 81;
et-Târihu's-Sagîr, I, 341; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, II, 24; Hâkim,
Müstedrek IV, 422; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VI, 219; bk. Hadislerle Gerçekler,
c. 2; s. 251-254))
Sizin taktiğinizi size uyguluyor ve diyorum ki:
Bunun
iftira olduğu açıktır. O halde Nur
suresi 4. azyete göre, sizin şahitliğiniz ömür boyu kabul edilemez. Demek ki Cübbesiz Mahmut beyin sözleri ile amel edilmez, sözleri yok hükmündedir.
Bu da size bir ders olsun. Okumadan, öğrenmeden ilim konuşulmaz.
Bu videoda kaynak olarak
sadece Ahmed bin Hanbel'i vermişsiniz. Demek, hadisin Buharide ve Taberanideki halini bilmiyorsunuz.
Cübbesiz Mahmut:
Keçilerin yediği ayetleri kabul ediyor musun?
Bu sizin gibilere kurulan tuzak.
1) Sadaka ömrü uzatır hadis doğru mu?
“Bu sahih değil”, bana “uydurma, senedi zayıf hadis”le gelmeyin.
2) Şu konuda hadis yoktur, dediğim zaman, aslında, bu bir yem. Sizin gibi
biri çıkıyor bir sürü hadis yazıyor. Hani nerede sahih, zayıf, ahad, muhkem?
Hiçbir ilke yok değil mi? Çakı bulmuş çocuk gibi sevin! Ama anlamanız zor.
Tekrar deneyelim:
Keçinin yediği ayetlere inanıyor musun?
Keçinin yediği ayetlere inanıyor musun?
Kütüb-i Sitte Editörü:
Bir sözü ağzınıza sakız yapmışsınız, çiğniyorsunuz.
Bir sözü ağzınıza sakız yapmışsınız, çiğniyorsunuz.
“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun.” (Nur
Suresi 2)
Bu ayeti delil alarak recim olmadığını söyleyen kişiler, Kuran’da nesih ve
mensuh olmadığını iddia eden kişilerdir. Başka bir mesele ise ayette kadın
erkek tanımı yapılırken “evli veya bekar” olduğu belirtilmiyor. Yani zina eden
bir kadın ve erkek bekar da olabilir, evli de olabilir. Burada bir kapalılık
söz konusu.
Mesela, şu ayet-i kerime de konumuzla alakalıdır:
“Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin.
Eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah
onlar hakkında bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dışarı
çıkarmayın). (Nisa 15)
Bu ayete göre ise kadınların yüz sopa ile cezalandırılması değil evde
ölünceye kadar haps olunması emrediliyor. Nedense nesih ve mensuh olmadığını
savunanlar bu ayeti hiç gündeme getirmezler. Çünkü işlerine gelmez. Zahiri
olarak bir karışıklık var gibi gözüküyor. Biz bu konuyu da “namazı”
öğrendiğimiz gibi Resulüllah’tan öğrenmez isek, işin içinden çıkamayız.
Nur suresi 2. ayeti bekâr olup zina edenler için geçerlidir. Nisa suresi
15. ayeti ise sonunda gelen “Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar” ilahi
beyanıyla ayetin nesh olunacağı zaten açıkça ifade edilmiştir. Ve Allahu Teala
bu suç için bir yol açmıştır. Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Allah, o(kadı)nlara bir yol halketti. Evliye evli, bekâra bekâr! Evliye
yüz dayak. Sonra taşlarla recim. Bekara yüz dayak sonra bir sene sürgün.”
(Müslim, Hudud 13) (K)
Anlayamadıysanız,
keçi meselesini de izah edebilirim. Yeter ki anlamak için sorun. Ömür kısa, hak
sandığınız şey doğru olmayabilir.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Sadaka hadisinin açıklaması şöyledir:
Ecel birdir değişmez. Bazı kimseler Resul-i Ekrem (asm) Efendimizin:
"Sadaka belâyı def eder ve ömrü uzatır." (bk. Heysemi, Mecmaü’z-Zevaid, III/63), hadîs-i şerifini ileri sürerek, ömrün uzayabileceğini ve dolayısıyla da ecelin değişebileceğini iddia ederler. Evvelâ şunu belirtelim ki, sadakanın ömrü uzatmasının hakikati ne olursa olsun, neticede insanın ölümü söz konusudur ve bu ise ezelî ilmiyle Allah'ın malûmudur. Bu noktadan, onun ölüm vakti ve dolayısıyla da ömür müddeti Allah tarafından takdir edilmiş olup bunun değişmesi mümkün değildir. Meselâ, bir kimsenin verdiği bir sadaka ile ömrünün iki yıl uzadığını farzedelim. Bu şahsın, ecel-i muallâk dediğimiz, şarta bağlı eceli, eğer sadakayı verirse ömrü elli sene, vermezse kırk sekiz sene, şeklinde olsun. Cenâb-ı Hak o şahsın söz konusu sadakayı vereceğini bildiği için, ömrünü elli sene olarak takdir etmiştir. İşte bu ecel değişmez.
Yukarıda takdim ettiğimiz hâdîs-i şerif ile Peygamber Efendimiz (asm) mü'minleri hayra teşvik etmekte ve aralarındaki sevgi bağlarını sadaka ile perçinlemektedir. Sadakanın belâyı def etmesi, Allahü Zülcelâl'in lütfü ve atâsıdır. Verdiğimiz sadakaların ne gibi belâların define vesile olduğu ise, bizim meçhûlümüzdür. Verdiğimiz sadakalarla ve yaptığımız hayırlı hizmetlerle başımıza gelecek birçok belâların define sebeb olmaktayız. Vücuda gelmediği için bilemediğimiz bu belâların defi, bizim için ayrı bir nimettir ve bu nimet menfî nimet şeklinde ifâde edilmektedir. Sadakanın müsbet nimet olması ciheti ise, mü'minlere hayır ve hasenat kazandırmasıdır.
Sadakanın ömrü uzatmasını kelâm ilminin büyük âlimlerinden Teftazânî Hazretleri, Şerh-i Akaid adlı eserinde çeşitli yönleriyle izah etmiştir. Teftazânî Hazretleri'ne göre:
"Ömrün uzamasından maksat, ömrün bereketlenmesidir. Âhirete hayır ve hasenat için verilmiş bir sermaye olan insan ömrünün uzaması, bu sermaye ile daha çok kâr elde etmek manasınadır. Buna göre ömrün müddetinde bir değişme olmasa da, sadaka yoluyla mahsulünde bir artma olması ömrün uzaması demektir. Bunu bir misâl ile açıklamaya çalışalım. Bir ağacın her baharda dört bin meyve verdiğini ve ömrünün on sene olduğunu farzediniz. Cenâb-ı Hakk'ın ağaca lütuf ve insanıyla baharlardan birinde dört bin yerine sekiz bin meyve verdirmesi halinde, ağacın ömrü manen bir yıl uzamış, demektir. İşte sadaka da insan ömrünün verimini artıran güzel bir vasıtasıdır. Ve bu mânâda ömrü uzatmaktadır."
Yukarıdaki hakikati Teftazânî Hazretleri şu şekilde ifâde etmiştir:
"Sadaka, ömürden maksûd-u ehem (en önemli gaye) olan şeyi ziyade ediyor (artırıyor). O da amel-i sâliha ile kemâle ermektir. Çünkü insanlar nefislerini kemâle ve iki dünya saadetine, salih ameller ile getirebilirler."
Sadakanın ömrü uzatmasının diğer bir mânâsı, rızıkta berekete ve ömrün huzur ve sürür ile geçmesine vesile olmasıdır.
Başka bir mânâ da, ömrün uzaması, ölümden sonra hayır ve hasenat defterinin kapanmamasıdır. Bilindiği gibi, sadaka mal yanında ilim ve irfan ile de olmaktadır. Mü'minlere faydalı bir eser neşreden bir âlimin sevap defteri ölümüyle kapanmaz. Bu ise onun ömrünün uzaması demektir. Zira, ömrü uzadıkça hayır ve hasenatına devam edecek olan o zât, aynı işi ölümden sonra da yapabildiğine göre manen hayattadır demektir. (K)
Ecel birdir değişmez. Bazı kimseler Resul-i Ekrem (asm) Efendimizin:
"Sadaka belâyı def eder ve ömrü uzatır." (bk. Heysemi, Mecmaü’z-Zevaid, III/63), hadîs-i şerifini ileri sürerek, ömrün uzayabileceğini ve dolayısıyla da ecelin değişebileceğini iddia ederler. Evvelâ şunu belirtelim ki, sadakanın ömrü uzatmasının hakikati ne olursa olsun, neticede insanın ölümü söz konusudur ve bu ise ezelî ilmiyle Allah'ın malûmudur. Bu noktadan, onun ölüm vakti ve dolayısıyla da ömür müddeti Allah tarafından takdir edilmiş olup bunun değişmesi mümkün değildir. Meselâ, bir kimsenin verdiği bir sadaka ile ömrünün iki yıl uzadığını farzedelim. Bu şahsın, ecel-i muallâk dediğimiz, şarta bağlı eceli, eğer sadakayı verirse ömrü elli sene, vermezse kırk sekiz sene, şeklinde olsun. Cenâb-ı Hak o şahsın söz konusu sadakayı vereceğini bildiği için, ömrünü elli sene olarak takdir etmiştir. İşte bu ecel değişmez.
Yukarıda takdim ettiğimiz hâdîs-i şerif ile Peygamber Efendimiz (asm) mü'minleri hayra teşvik etmekte ve aralarındaki sevgi bağlarını sadaka ile perçinlemektedir. Sadakanın belâyı def etmesi, Allahü Zülcelâl'in lütfü ve atâsıdır. Verdiğimiz sadakaların ne gibi belâların define vesile olduğu ise, bizim meçhûlümüzdür. Verdiğimiz sadakalarla ve yaptığımız hayırlı hizmetlerle başımıza gelecek birçok belâların define sebeb olmaktayız. Vücuda gelmediği için bilemediğimiz bu belâların defi, bizim için ayrı bir nimettir ve bu nimet menfî nimet şeklinde ifâde edilmektedir. Sadakanın müsbet nimet olması ciheti ise, mü'minlere hayır ve hasenat kazandırmasıdır.
Sadakanın ömrü uzatmasını kelâm ilminin büyük âlimlerinden Teftazânî Hazretleri, Şerh-i Akaid adlı eserinde çeşitli yönleriyle izah etmiştir. Teftazânî Hazretleri'ne göre:
"Ömrün uzamasından maksat, ömrün bereketlenmesidir. Âhirete hayır ve hasenat için verilmiş bir sermaye olan insan ömrünün uzaması, bu sermaye ile daha çok kâr elde etmek manasınadır. Buna göre ömrün müddetinde bir değişme olmasa da, sadaka yoluyla mahsulünde bir artma olması ömrün uzaması demektir. Bunu bir misâl ile açıklamaya çalışalım. Bir ağacın her baharda dört bin meyve verdiğini ve ömrünün on sene olduğunu farzediniz. Cenâb-ı Hakk'ın ağaca lütuf ve insanıyla baharlardan birinde dört bin yerine sekiz bin meyve verdirmesi halinde, ağacın ömrü manen bir yıl uzamış, demektir. İşte sadaka da insan ömrünün verimini artıran güzel bir vasıtasıdır. Ve bu mânâda ömrü uzatmaktadır."
Yukarıdaki hakikati Teftazânî Hazretleri şu şekilde ifâde etmiştir:
"Sadaka, ömürden maksûd-u ehem (en önemli gaye) olan şeyi ziyade ediyor (artırıyor). O da amel-i sâliha ile kemâle ermektir. Çünkü insanlar nefislerini kemâle ve iki dünya saadetine, salih ameller ile getirebilirler."
Sadakanın ömrü uzatmasının diğer bir mânâsı, rızıkta berekete ve ömrün huzur ve sürür ile geçmesine vesile olmasıdır.
Başka bir mânâ da, ömrün uzaması, ölümden sonra hayır ve hasenat defterinin kapanmamasıdır. Bilindiği gibi, sadaka mal yanında ilim ve irfan ile de olmaktadır. Mü'minlere faydalı bir eser neşreden bir âlimin sevap defteri ölümüyle kapanmaz. Bu ise onun ömrünün uzaması demektir. Zira, ömrü uzadıkça hayır ve hasenatına devam edecek olan o zât, aynı işi ölümden sonra da yapabildiğine göre manen hayattadır demektir. (K)
Cübbesiz Mahmut:
Kes,
kopyala, yapıştır.
İşi mecaza dokmuşsün. Aslında olur, amel defteri
kapanmaz. O da uzamış sayılır. Çok komiksiniz. Hayırlı evlat, defteri kapatmaz.
Hz. İbrahim’in babası kurtuldu. Öyle mi?
Kütüb-i Sitte Editörü:
Kopyala -
Yapıştır yapmam bir şeyi değiştirmez. Bir hadisin hazır açıklaması internette varsa, onu
tevil etmek için uğraşmam. Ben, internette açıklanmamış hadisleri açıklamak
için vakit harcarım.
Kendim de
-elhamdulillah- birçok çalışmalar yaptım. Örneğin,
Gürkan Engin isimli bir kişinin "Hadisçilere 3 soru" isimli videosu
vardı. Ona cevap hazırladım, internet sitemden yayımladım.
Sorgulayan Müslüman kanalının
bir videosu vardı. "Vahyi Gayri Metluvun Olmadığının 6 Delili - Kuran Dışı
Vahiy Neden Olamaz?" isimli video. Ona cevap yazdım, yayımladım.
Fil ashabıını kim helak etti?
Ebabil kuşları. Nemrudu ne öldürdü? Bir sinek.
Allah daha şiddetli ölüm yaratamaz mıydı? Yaratırdı. Demek ki, bir hikmeti
varmış. Aynı şekilde -lafzı nesh olmuş ve bu yüzden yatağın altına bırakılmış-
bir ayet yazılı sayfayı keçinin yemesi hiç de şaşırtıcı değil. Allah dilediğini
yapar...
Kütüb-i Sitte Editörü:
İki mesajımı galiba Facebook, otomatik olarak silmiş.
Orada kendi web site'min
adresini paylaşmıştım. Orada kopyala, yapıştır yapmadan kendi yazdığım birkaç
makale de var.
Biraz önce şunu yazmıştınız:
"1. Sadaka ömrü uzatır
hadis doğru mu? “Bu sahih değil”, bana, “uydurma senedi zayıf hadis”le
gelmeyin."
Bana zayıf hadisle gelmeyin, diyorsunuz. Ama Ebubekir Sifil Hoca, "zayıf hadisle hüküm bina edilmez!" dediği zaman onu eleştiriyordunuz. "Otuz bir çeşit hadis var. Neden sadece sahih hadis istiyorsun, Ey Sifil" demiştiniz...
Cübbesiz Mahmut:
Benim
sesim kesilmez. Kurana denk tuttuğunuz, iftira kaynağı Kütüb-i Sittedeki
sapıklıklar anlatmakla bitmez. Daha sapıkça bir eser okumadım. İrin yalatan, sidik
içiren, kadınlara hakaret eden, hurma kütüğünü konuşturan bir eseri savunmak
akıl ile alay etmektir!
“Sadece kara köpeklerde Şeytan vardır”. Ya da, “Kertenkele
...” hadisi size bela olarak yeter.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Toplama, çıkarma, çarpma ve bölme işlenlerini bilmeyen
bir insan düşünün. Böyle bir insana, "sinx + cosy = 56xy"
türünden bir işlem yapmasını istesek, bize şöyle der: "Bu, ne kadar saçma
bir şey? Harfler bir birine karışmış" Fakat orada saçma bir şey yoktur.
Belki bir matematik hocası gelse, birkaç dakikada şu işlemi çözer, "çok
basitmiş" der. Demek bir şeyin bir kişiye saçma gelmesi, onu
saçmalaştırmaz. Bilakis, açıklamasını öğrenirse, çok basit olduğunu farkeder...
Sırası ile cevaplayacağım.
Her halde "irin yalatan" dediğiniz hadis şudur:
"Kocasının vücudu irinle kaplı olsa da, kadın tüm irini diliyle
yalayarak temizlese, kocasının hakkını yine de ödemiş olmaz."
Allah, "tüm ağaçlar kalem, tüm denizler de mürekkep olup, Benim kelimelerimi yazacak olsa, Allahın kelimeleri bitmez" buyur muyor mu? Şimdi siz bu ayetten şunu mu anladınız:
"Allah ağaçları kalem yaparak kelimelerini yazmaya çalıştı." Tabii ki hayır! Demek, bu ayette benzetme vardır, kudretinin
büyüklüğüne işaret edilmiştir. Aynı şekilde, yukarıdaki hadisin de açıklaması
şöyledir:
Alimlerin büyük çoğunluğunun zayıf kabul ettiği bu hadis rivayeti farzımuhal sahih kabul ettiğimizde bunun anlamı şudur: Kocanın hakkının büyüklüğünü göstermek adına bu farazi misale yer verilmiştir. Yoksa, cumhur-u ulemaya göre necis olan cerahat akıntısını, irin gibi kazuratı yalamak gibi bir şeyin olmayacağı açıktır.
Alimlerin büyük çoğunluğunun zayıf kabul ettiği bu hadis rivayeti farzımuhal sahih kabul ettiğimizde bunun anlamı şudur: Kocanın hakkının büyüklüğünü göstermek adına bu farazi misale yer verilmiştir. Yoksa, cumhur-u ulemaya göre necis olan cerahat akıntısını, irin gibi kazuratı yalamak gibi bir şeyin olmayacağı açıktır.
"Sidik içiren hadis"ten maksadınız, her halde şu hadistir:
"Umeyme binti Rukayka'nın bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (asm)'in
Hurmadan yapılmış bir kabı vardı ve geceleyin ihtiyaç duyarsa, seriri (karyola,
divan) altına koyduğu bu kabına bevl eder ve onu tekrar karyola altına koyardı.
Bir gece yine aynı şekilde ona ihtiyacını giderdi ve kabı karyolası altına
koydu. Daha sonra baktığında kapta idrar olmadığını gördü. Kaptaki idrarın
nerede olduğunu sorunca, onu Hanımı Ümmü Habibe'nin Habeşistan'dan getirdiği
hizmetcisi Bereke'nin içtiğini söylediler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem:
"Büyük ölçüde kendisini ateşten korudu." buyurdu."
Bu hadisin açıklaması internette olduğundan, kendim vakit harcamamak adına
yazmıyorum. Dikkatle okuyun:
Bu olayı şu açılardan tahlil edebiliriz:
a) Olay bir yanılışlık eseri meydana gelmiştir.
b) Hz. Peygamber (asm), kimseye idrarını içmesini emretmemiştir;, eğer böyle olsaydı bu türden pek çok olaya şahit olunurdu.
c) Sahihu'l- Buhari, Kitabu'l- Eşribe, bab 15' te yer aldığına göre, bevl içmek haramdır. Ayrıca idrardan kaçınmamak, kabir azabına sebep olur. (İbni Mace, Tahare, 26; Buhari Cenaiz, 88; Müsned, V / 88).
d) Hz. Peygamber (asm)'in, idrar içildikten sonra; söyledikleri konusunda tartışma vardır. Olay Tabarani'nin el- Mu'cemu'l-Kebir'inde ve Beyhakinin Sünenü'l-Kübra'sında yer alır. Doç. Dr. Nuri Topaloğlu "Hz. Peygamber'in Zatı ve Eşyası ile Teberrük Meselesi" adlı makalesinde, olay üzerine Peygamber (asm)'in azı dişleri görününceye kadar güldüğünü ve "Bundan sonra asla karın ağrısı duymayacaksın." dediğini kaynaklardan naklettikten sonra, bu tür bir sözün uydurma olduğu kanaatini ızhar eder. Fakat bu sözün uydurma olduğuna dair hadisle ilgili bir açıklamada bulunmaz.(bk. agm., Hadis Tetkikleri Dergisi, İstanbul, 2003, s. 71-95)
e) Bize göre Hz. Peygamber (asm)'in Bereke'ye gülmesi; onun idrar içmesini doğru bulup tasvip etmesi anlamı taşımaz.
Bizler de zaman zaman yapılmaması gereken şeyleri duyarız ve güleriz. Bildiğimiz bir fıkraya göre; Nasreddin Hoca gözü ağrıyan birine "gözüne katran sür" demiş, adam dediğini yapınca kör olmuş. Hocaya: "Dediğini yaptım, kör oldum" deyince Hoca: "Ne bileyim ben, elim çatlamıştı, katran sürünce iyileşti, sen de gözüne katran sürünce iyileşeceğini sandım." cevabını vermiş. Biz bu fıkrada adamın kör olmasına gülmediğimiz gibi; Hz. Peygamber (asm) de Bereke'nin idrar içmesini doğru bulduğu için gülmemektedir.
f) Hz. Peygamber (asm)'in Bereke hakkındaki sözleri ise, bu olayı bahane edip iyi bir kimse olduğunu belirtmesi olarak yorumlanabilir ve bu tür yorumun başka benzerleri de vardır.
g) Konuyla ilgili olarak şu hususları da hatırlatmamız uyun olacaktır kanaatindeyim: Tarihte idrar, kumaş boyama tekniğinde, bazı yiyeceklerin terbiye edilmesinde, halı boyama alanında ve tedavide kullanılmıştır. Cahiliye döneminde de idrarın tedavi gayesiyle kullanıldığı kanaatindeyiz. Tecrid-i Sarih'in birinci cildinde 174 no'lu hadisin şerhinde, kısa da olsa bu konuya yer verilmiştir. Ayrıca, bu konuda aşağıda künyesi verilen esere müracaat edilmesi bize önemli bir katkı sağlayacak ve ufuk açacaktır:
(bk. Carmen Thomas, Çişteki Mucize , Çev., Leman Çalışkan, AD Yayıncılık, İstanbul, 1995) (K)
a) Olay bir yanılışlık eseri meydana gelmiştir.
b) Hz. Peygamber (asm), kimseye idrarını içmesini emretmemiştir;, eğer böyle olsaydı bu türden pek çok olaya şahit olunurdu.
c) Sahihu'l- Buhari, Kitabu'l- Eşribe, bab 15' te yer aldığına göre, bevl içmek haramdır. Ayrıca idrardan kaçınmamak, kabir azabına sebep olur. (İbni Mace, Tahare, 26; Buhari Cenaiz, 88; Müsned, V / 88).
d) Hz. Peygamber (asm)'in, idrar içildikten sonra; söyledikleri konusunda tartışma vardır. Olay Tabarani'nin el- Mu'cemu'l-Kebir'inde ve Beyhakinin Sünenü'l-Kübra'sında yer alır. Doç. Dr. Nuri Topaloğlu "Hz. Peygamber'in Zatı ve Eşyası ile Teberrük Meselesi" adlı makalesinde, olay üzerine Peygamber (asm)'in azı dişleri görününceye kadar güldüğünü ve "Bundan sonra asla karın ağrısı duymayacaksın." dediğini kaynaklardan naklettikten sonra, bu tür bir sözün uydurma olduğu kanaatini ızhar eder. Fakat bu sözün uydurma olduğuna dair hadisle ilgili bir açıklamada bulunmaz.(bk. agm., Hadis Tetkikleri Dergisi, İstanbul, 2003, s. 71-95)
e) Bize göre Hz. Peygamber (asm)'in Bereke'ye gülmesi; onun idrar içmesini doğru bulup tasvip etmesi anlamı taşımaz.
Bizler de zaman zaman yapılmaması gereken şeyleri duyarız ve güleriz. Bildiğimiz bir fıkraya göre; Nasreddin Hoca gözü ağrıyan birine "gözüne katran sür" demiş, adam dediğini yapınca kör olmuş. Hocaya: "Dediğini yaptım, kör oldum" deyince Hoca: "Ne bileyim ben, elim çatlamıştı, katran sürünce iyileşti, sen de gözüne katran sürünce iyileşeceğini sandım." cevabını vermiş. Biz bu fıkrada adamın kör olmasına gülmediğimiz gibi; Hz. Peygamber (asm) de Bereke'nin idrar içmesini doğru bulduğu için gülmemektedir.
f) Hz. Peygamber (asm)'in Bereke hakkındaki sözleri ise, bu olayı bahane edip iyi bir kimse olduğunu belirtmesi olarak yorumlanabilir ve bu tür yorumun başka benzerleri de vardır.
g) Konuyla ilgili olarak şu hususları da hatırlatmamız uyun olacaktır kanaatindeyim: Tarihte idrar, kumaş boyama tekniğinde, bazı yiyeceklerin terbiye edilmesinde, halı boyama alanında ve tedavide kullanılmıştır. Cahiliye döneminde de idrarın tedavi gayesiyle kullanıldığı kanaatindeyiz. Tecrid-i Sarih'in birinci cildinde 174 no'lu hadisin şerhinde, kısa da olsa bu konuya yer verilmiştir. Ayrıca, bu konuda aşağıda künyesi verilen esere müracaat edilmesi bize önemli bir katkı sağlayacak ve ufuk açacaktır:
(bk. Carmen Thomas, Çişteki Mucize , Çev., Leman Çalışkan, AD Yayıncılık, İstanbul, 1995) (K)
Kadınlara hakaret konusunda hiçbir hadis yoktur. Eğer bu hadisi kastettiyseniz, açıklamasını paylaşıyorum:
Ashab-ı Kiramdan Ebû Said el-Hudri anlatıyor:
Bir Ramazan veya Kurban Bayramıydı. Resul-i Ekrem Efendimiz bayram
namazlarını kıldığımız namazgaha geldi. Bir tarafta kadınlar da bulunuyordu.
Onların yanından geçti ve şu hitapta bulundu:
"Ey kadınlar, sadaka veriniz istiğfarı çok yapınız. Çünkü bana cehennemlikler gösterildi, çoğu sizler idiniz."
Bunun üzerine o kadınlar: "Ya Resulallah, bizler ne yaptık da cehennemliklerin çoğu bizden olmuş." diye sordular.
Resulullah (a.s.m.) şöyle cevap verdi:
"Çünkü sizler ötekine berikine çokça lanet eder, kocalarınıza karşı nankörlükte bulunursunuz. Ne gariptir ki, kendine hakim akıllı ve dinine bağlı bir kimsenin aklını, sizin kadar eksik dinli hiçbir kimsenin çelebildiğini görmedim."
Kadınlar tekrar sordular: "Aklımızın ve dinimizin noksanlığı nedir, Ya Resulullah?"
Resulullah (a.s.m.) "Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil midir?" diye sordu.
Kadınlar "Evet!.." cevabını verdiler. Resul-i Ekrem Efendimiz izah etti ve tekrar sordu:
"İşte bu aklın eksikliğinden hayız gördüğü zaman [günlerce bekler] namaz kılmaz, Ramazan`da bir müddet oruç tutmaz değil mi?"
Kadınlar, "Evet!.." dediler.
[Hadis için bk. Buhârî, Hayz 6, Zekat 44, İman 21, Küsûf 9, Nikah 88; Müslim, Küsûf 17, (907), İman 132, (79); Nesâî, Küsuf 17, (3, 147); Muvatta, Küsuf 2, (1, 187)]
Cevap 1:
Hadis-i şerifte kadınların aklı ve dini noksan olduğuna işaret edilmiştir. Akıllarının noksanlığına delil olarak, malî konularda iki kadının şahitliğini bir erkek yerine sayan ayet (Bakara, 2/282) gösterilmiştir. Dinlerinin noksanlığına ise, aybaşı gören ve loğusa olan kadının bu halinde namaz, oruç gibi ibadetlerden uzak kalması, delil getirilmiştir. (bk. Buharî, Hayız, 6).
Bu hadisi doğru anlamaya ihtiyacımız vardır. Çünkü, pratikte bazı kadınların bazı erkeklerden daha akıllı olduğu ortadadır. Bu nedenle konunun anlaşılması için birkaç noktaya işaret etmekte fayda vardır:
a. Hadisin içinde geçen bazı noktalar, burada söz konusu edilen aklın noksanlığı, geri zekâlı olma anlamında olmayıp, duygusal taraflarının daha fazla olduğuna işarettir. Hadiste bu konu açıklanırken, kadınlara hitaben: “Siz çok lanet okuyorsunuz, kocanızın/yakınlarınızın iyiliklerini inkâr ediyorsunuz.” şeklindeki ifade bunu göstermektedir. Çünkü, kızgınlık anında başkasına lanet okumak veya gördüğü iyiliğini inkâr etmek, duygusal hareket edildiğinin en bariz göstergesidir.
b. Kadınların duygusal olarak yaratılmasının hikmeti ise, onların annelik özelliklerinde saklıdır. Çünkü, çocukların kahrını çekmek, onları büyütmek, ancak, ciddi bir fedakârlık, denizler gibi çağlayan bir şefkat, bir sevgiyle mümkündür. Bunlar da birer duygudur. Annelerin birer şefkat kahramanı olmaları için verilen bu duyguların, elbette yan etkileri de olacaktır. İşte onların, o ince ruhları, o fedakâr vicdanları, o sevecen gönüllerinin tamamen aksi istikametinde cereyan eden, aşırı duygusallılarının sonucu ortaya çıkan durumlar ise bu yan etkinin bir negatif yansımasıdır.
c. Hadiste kadınların akıllarının noksanlığına delil olarak gösterilen ayette geçen “Tedılle” kelimesi, ”unutma”yı ifade etmektedir.(bk. Kurtubî, III/397). “Unutkanlık” gerekçesi ise, işin başka boyutunu da ortaya koymaktadır. Yani burada gerçekten akılları noksan kadınlar değil, büyük çoğunlukla karşılaşacakları, gebeliğin, loğusalığın, özellikle de her ay söz konusu olan ay hâlinin, kadının psikolojisi üzerindeki tesiri inkâr edilemez. Bununla birlikte, psikoloji ve özellikle de jinekoloji bilim dalı uzmanlarınca yapılacak ciddi bir araştırma, bu konuda önemli gerçekleri ortaya çıkaracaktır.
d. Hükümler çoğunluğa göredir. Bu gün yüzde doksan aile bireyleri, erkek ve kadın olarak, kadınların daha alıngan, daha sabırsız, daha duygusal, işine gelmediği zaman, bazı iyilikleri, güzellikleri -bile bile- inkâr etmeye daha meyyal, ufak meseleleri bile büyütüp problem hâline getirmeye daha yatkındır. İşte, duyguların öne çıktığı bir durumda, akıl devreden tamamen veya kısmen çıkar. Bu da aklın noksanlığı olarak ifade edilir.
e. Bu duygusal tarafın pozitif bir ayrımcılığı da vardır. İşin ehli olan âlimler, bir erkeğin, kırk yılda ancak varacağı bir velayet mertebesine, bir kadının kırk günde yetişebildiğini söylemektedir.
“Cennet annelerin ayakları altındadır.” hadisinde de bu pozitif ayrımcılığı görüyoruz.
Demek ki, Allah’ın adaletinden şüphe etmemek gerekir. Mükâfat ve ceza ile, yapılan fiiller arasında adil bir ölçüden ziyade, merhamet dolu bir ölçü vardır.
Buna göre her insan maddi ve manevi konumuna, içinde bulunduğu şartlara göre hesaba çekilecektir. Öyleyse kadın kadınlığına ve kendine verilen diğer özelliklere göre; erkek de yine erkekliğine ve kendine verilen diğer özelliklere göre hesaba çekilecektir. Hiç kimse yapmadığından hesaba çekilmeyeceği gibi, yapamayacağı şeyden de sorumlu tutulmayacaktır. Her insanın kendine özel bir hesabı, bu hesaba göre de bir karşılığı vardır.
“…Allah kullarına, zulmetmez.” (Âl-i İmran, 3/182; Enfal, 8/51; Hacc, 22/10)
“…Rabbin kullarına zulmedici değildir.” (Fussilet, 41/46)
“Şüphe yok ki Allah kullarına zerre kadar zulmetmez.” (Nisa, 4/40)
“Şüphe yok ki Allah insanlara zulmetmez fakat insanlar kendilerine zulmederler.” (Yunus, 10/44)
Umum mülkün yegane sahibi, tek hâkimi Allahü Azi-müşşân'dır. O Sultan-ı Ezel ve Ebed kendi mülkünde elbette dilediği gibi tasarruf eder. Amma O Âdil-i Hakîm ve Rahîm-i Mutlak'ın bütün tasarrufat-ı hakîmane, rahîmâne ve âdilânedir. Hiç kimse O'nun mahlûkatına O'ndan başka şefkatli ve merhametli olamaz.
Cevap 2:
Hadis-i şerifte açıkça görüleceği üzere, Peygamber Efendimiz (asm), kadının dininin eksik oluğunu âdet gördüğü zaman bazı ibadetleri yapamaması olarak izah ediyor. Bu hâl kadının yaratılışında mevcuttur. Her kadın her ay belli günler âdet görür. Bu günlerde bazı ibadetleri yapamaz. Bu ibadetlerin bir kısmından muaf tutulmuş, bir kısmını da daha sonra kaza edebileceği esası getirilmiştir.
Âdet günlerinde kadın namaz kılamaz, oruç tutamaz, hac ibadetini eda ederken farz olan ziyaret tavafını yapamaz. Oruç ve tavafı daha sonra kaza ederken, kılamadığı namazlardan muaf tutulmuştur. Bu arada bir çeşit ibadet olan Kur'an'ı ele alma, okuma ve camiye girme gibi işleri de yapamaz.
Malum günler içinde bu ibadetleri yapamayan kadın, belli bîr müddet için de olsa bazı dinî hizmetlerden, vazifelerden ayrı durmaktadır. Görünüşte dinî yaşayışında bir eksiklik bulunmaktadır. Çünkü namaz, oruç ve hac İslâm dininin beş esasından üç mühim rüknünü teşkil etmekte, dolayısıyla bazı vakitler bunları yapamayan kadın erkeğe göre eksik olmaktadır.
Demek ki, buradaki noksanlık nisbîdir. Senenin bütün günü beş vakit namazı kılabilen, Ramazan boyu bir aylık orucu tutabilen Müslüman bir erkek, Müslüman kadına göre bu ibadetleri eksiksiz yapma bakımından mükemmel olmakta; kadın da nakıs kalmaktadır. Yani, meselâ her ay bir hafta âdet görebilen bir kadın sene içinde yaklaşık üç ay namaz kılmamakla, bu hususta erkeğe nisbetle nakıs kalmaktadır.
Ancak bu noksanlık keyfiyet bakımından değil, kemiyet bakımındandır. Yani kadın bu zaman zarfında namaz kılmamakla aynı zamanda bir farzı yerine getirmektedir. Çünkü kadının âdet günleri içinde sözünü ettiğimiz ibadetleri yapmaması farz, yapması ise haramdır. Demek ki, kadın namaz kılmazken de bir çeşit ibadet yapmakta; yine Allah'ın emrine uymakta, dolayısıyla sevabını o cihetten almaktadır.
Meseleye bu cihetten baktığımızda, kadının ibadetteki eksikliği başka bir yolla telâfi edilmektedir.
Diğer taraftan hadis-i şerifte kadınlar kötülenmiyor, erkekler dikkate sevk ediliyor. Aklı başında, dinine bağlı erkeklerin kadınlar vasıtasıyla fitneye kapılmamaları, imanlarına zarar vermemeleri istenmektedir. Çünkü günümüzde pek çok örneklerini gördüğümüz gibi, erkeklerin bir kısmı kadınlara uyarak dinî yaşayışlarında eksiklik göstermektedir.
Cevap 3:
Her bir insanın, bu âlemde içinde bulunduğu farklı hayat şartları, fert, aile ve akraba dairelerinde karşılaştığı ayrı ayrı mes'eleleri, maişet (geçim) noktasındaki değişik problemleri ve nihayet içinde bulunduğu memleketin kendisine has içtimaî yapısıyla ayrı bir dünyası vardır. Hikmetlerini hakkıyla bilemediğimiz, fakat âdil olduğundan da şüphe etmediğimiz bu İlâhî taksimatın neticeleri ahirette, yüce adalet gününde sergilenecek, Zilzâl Sûresi'nde de beyân buyurulduğu gibi, zerre kadar hayır ve zerre kadar şerrin hesabı orada görülecektir.
Bu dünyada faydalı sanılan birçok hâller, orada mes'uliyetinin ağırlığı ile kulun büyük bir yükü olurken, zahmet ve meşakkat olarak görünen nice hâdiseler -sabretmek şartıyla- orada günahların affına vesile olacaktır.
Haşir meydanı, hayvanların bile gerek insanlardan ve gerekse birbirilerinden olan haklarının alınacağı, hattâ bir kâfirin Müslümanda olan hakkının dahi hesaba katılacağı bir yüce adalet divânı olarak insanları beklemektedir. Hayvanların birbirinde olan küçük haklarını bile, mahiyetini bilemediğimiz hassas bir teraziyle tartan O Âdil-i Mutlak, elbette ki insanları da o mutlak adaletiyle muhakeme edecektir.
Zerre kadar şerrin dikkate alınacağı o adalet gününde, İlâhî adalete iftira edenlerin de hesaba çekileceği gözden uzak tutulmamalıdır.
“Allah, kişiye ancak gücünün yeteceği kadar teklif eder.” (Bakara, 2/286)
buyurmakla, kullarına çekemeyecekleri yükleri teklif etmediğini açıkça bildirmektedir. İnsanın bedeninin takat getiremeyeceği veya mal varlığının kâfi gelmeyeceği yükler olduğu gibi, aklının da tek başına erişemeyeceği hakikatler vardır. Bunların hepsi, kullara çekemeyecekleri yüklerin yüklenmediği hakikati içerisindedir.
Konuyu bazı misâllerle açıklayalım:
- Ayakta duramayacak kadar hasta olan bir kimse, namazını oturarak kılar.
- Oturamayacak ve kımıldayamayacak durumda bulunan bir hastanın ise namazı te'hire kalır.
- Ramazan'da unutarak yemek yiyen kimsenin orucu bozulmaz.
- Kendisine zorla haram bir şey yedirilen kimse mes'ul olmaz.
- Fakir bir Müslümana hacca gitmek ve zekât vermek farz değildir.
Misâller çoğaltılabilir. Bunlar Cenâb-ı Hakk'ın Âdil-i Mutlak olduğuna ve kulları için takat getiremeyecekleri yükler takdir etmediğine birer delildir.
Allahü Teâlâ mutlak- adaletiyle kullarının mes'uliyetlerini bedenî ve malî durumlarıyla olduğu gibi, içinde bulundukları şartlarla, imân hakikatlerini kavrama ve İslâmî hükümlere vâkıf olabilme imkânlarıyla da sınırlandırmıştır.
Cevap 4:
Konuyla ilgili hadisden çıkarılacak bazı dersler:
1. Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadislerinde kadınları manen en ziyade ziyana atan fıtrî zaaflarına dikkat çekmektedir. "En ziyade" diyoruz, çünkü cehennemdeki çokluklarının sebebi bu zaafa bağlanmaktadır. O zaaf da: Kötü sözü çabukça, çokça sarfetmeleri, kocalarına karşı nankörlükleri, erkeklerin aklını çelici olmalarıdır. Erkekleri günaha attıkları için, sebep olmadan dolayı kendilerine mesuliyet gelmektedir.
Aynı durum karşı cins için de geçerlidir. Yani erkelerin de kadınlar adına yapacakları hatalardan dolayı sorumlu olmaları söz konusudur.
2. Hadis, ilk nazarda, kadınlara karşı her zaman her yerde görülen hafife alıyor bir tavır taşıyor gibi gelebilir. Fakat aslında, bunu söylemek hadisteki inceliği kavramamak olur. Resulullah, kadınlarda tabii olarak mevcut, fakat farkında olamadıkları zaaflarını göstererek, şuurlu olarak o zaaflarının üzerine gidilmediği takdirde hasıl edecekleri zararın büyüklüğüne dikkat çekmiştir. Şöyle ki:
Kadınlar annelik gibi, şefkat ve hissilik gerektiren bir vazife üzere yaratıldıkları için, birkısım hissiliklerde erkeklere göre daha üstündürler. Bu hissi güçlülüğün, beraberinde getirdiği yan zaaflar var. Bu zaaflar hususunda şuurlu olunmaz, irade ile yönlendirilmez ve tabii hâllerine bırakılırsa, sahibini zarara atıcı olumsuz sonuçları olacaktır. Resulullah cehennemdeki sayı çokluğunun bu fıtrî zaaftan ileri geldiğini belirtmiştir.
Sözünü ettiğimiz fıtrî zaaf ayet-i kerime ile gündeme getirilmiştir: Onların şehadeti, birçok meselede erkeğin şehadetinin yarısına denktir:
"...Erkeklerden iki şahid yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa, o hâlde razı (ve doğruluğuna emin) olacağınız şahidlerden bir erkekle iki kadın (yeter. Bu suretle) kadınlardan biri unutursa öbürünün hatırlatması (kolay olur)..." (Bakara, 2/282).
Alimler, ayette geçen "biri unutursa diğerinin hatırlatması" ibaresinin, kadınların hadiseyi zabt yönüyle zayıf olduklarına delil olduğunu, Cenab-ı Hakk'ın bu ibare ile onların zaafına dikkat çektiğini söylerler. Mülk suresinde her şeyin gerçeğini, yaratanın bileceği belirtilir: يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ "Yaratan mı bilmeyecek?" (Mülk, 67/14).
3. Kadınların aklen nakıs olduklarını söylemek; onları levmetmek, kınamak veya onlara herhangi bir hakaret manası taşımaz. Çünkü bu, yaratılıştan gelen bir hususiyettir. Bunun zikri, o zaafın getireceği fitneye karşı uyarma, tedbirli olmaya çağırma gayesini güder. Nitekim, abdest sırasında hususi dikkat sarfedilmediği takdirde, kuru kalma tehlikesine maruz olan ökçeler için Aleyhissalâtu vesselam "Ateşte yanacak o ökçelere yazık!" demiştir. Aslında sadece ökçeler değil, diğer abdest uzuvlarına da "ateşten yazık" vardır. İyi yıkanmazlarsa, diğer organlardan dolayı da aynı sakıncalı durum söz konusuudr. Bu "iyi yıkanma" riskinin acı neticesi, iyi yıkanmama tehlikesine en ziyade maruz olan ökçeler zikredilerek gündeme getirilmiş, dikkatlere arzedilmiştir.
Kadınlar, kendilerini çokça ateşe atan zaaflarından habersiz olduklarını "Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor?" şeklindeki sorularıyla ortaya koymuş olmaktadır.
4. Dikkat çekeceğimiz bir incelik, hadiste kadınların aklen nakıs olmaları sebebiyle ateşle tehdit edilmemiş olmalarıdır. Ateş tehdidi, "kötü sözü çok yapmaları", "kocalarına karşı küfranları", "erkeklerin aklını çelici olmaları" sebebiyle yapılmıştır. Yani kadın olduklarıdna dolayı değil, sayılan bu özellikleri yapmalarıdnan dolayı kınanmışlardır. Öyleyse bu kınama sadece bu günahları işleyenleredir.
Aynı şey dinî noksanlık için de söylenebilir. Bu da fıtrî bir durumun neticesidir. Hayız hâlinde Allah'ın yasaklaması ile namaz kılmazlar, oruç tutmazlar, dolayısıyla bu hâl dahi onlar hakkında bir levm, bir ayıplama tahkir ifade etmez. Kâmil ve nakıs olma işi nisbî bir durumdur. En mükemmele göre "kâmil-mükemmel" de noksan sayılır. Öyleyse hayız halinde namaz kılmayan kadın, kılana nisbetle dinen nakıstır. Ancak kadınlar hadiste tavsiye edilenleri yapmak suretiyle bu eksikliklerini telafi edeceklerdir.
5. İmam, halka sadaka verme emrinde bulunabilir.
6. Kadınlar namazgâhta hususi bir kısımda bulunabilir.
7. İmam kadınlar topluluğuna özel olarak va'z ve nasihat edebilir.
8. Allah’ın verdiği nimetlere nankörlük etmek haramdır.
9. Kötü sözü (lanet, beddua, kehanet, kırıcı kelam..) çokça kullanmak da haramdır. Nevevî bu hadise dayanarak nankörlük ve kaba sözlülüğü büyük günahlardan saymıştır.
10. Lanet, yani Allah'ın rahmetinden uzak olmasını temenni etmek, muayyen bir şahıs hakkında ise caiz değildir.
11. Dinden çıkarmayan bir kısım günahlar hakkında "küfür" kelimesini kullanmak caizdir. Bu kullanış tağliz ve korkutma gayesini güder. Bu çeşit tağliz (ağır sözlerle caydırma) işi, hadislerde bazan imanın olmadığı şeklinde yapılmıştır. Bunlar da aynı maksatla korkutmak ve ilgili hatadan sakındırmak içindir.
12. Nasihatta, reddedilen, ayıplanan vasfın yok edilmesi için, ağır tabirler kullanılabilir (tağliz). Ancak bunun belli bir şahsa yönelik olmaması gerekir.
13. Sadaka, yardım ve iyilik yapmak, azabı yok eder, kullar arasındaki günahlara kefaret olur.
14. Akılda, fazlalık noksanlık olabilir. Herkesin aklı eşit değildir. Bunu, kadınlar hakkında kabul etmenin, onlara bir levm olmadığını. Azab da akıl noksanlığına değil, nankörlük, kötü söz, insanların aklını çelme gibi davranışlara bağlıdır.
15. Dinin noksanlığı sadece günaha sebep olan davranışlardan ileri gelmez. Dinin noksan oluşu, (Nevevî'ye göre) izafi bir hâldir.
16. Talebe hocasına, tabi olan metbuuna (tabi olduğu amirine) anlamadığı şeyi sorabilir, itiraz edebilir.
17. Hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüce ahlakını, müsamahasını, insanlara karşı rıfk ve mülayemetini de göstermektedir. (bk. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi.) (K)
"Ey kadınlar, sadaka veriniz istiğfarı çok yapınız. Çünkü bana cehennemlikler gösterildi, çoğu sizler idiniz."
Bunun üzerine o kadınlar: "Ya Resulallah, bizler ne yaptık da cehennemliklerin çoğu bizden olmuş." diye sordular.
Resulullah (a.s.m.) şöyle cevap verdi:
"Çünkü sizler ötekine berikine çokça lanet eder, kocalarınıza karşı nankörlükte bulunursunuz. Ne gariptir ki, kendine hakim akıllı ve dinine bağlı bir kimsenin aklını, sizin kadar eksik dinli hiçbir kimsenin çelebildiğini görmedim."
Kadınlar tekrar sordular: "Aklımızın ve dinimizin noksanlığı nedir, Ya Resulullah?"
Resulullah (a.s.m.) "Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil midir?" diye sordu.
Kadınlar "Evet!.." cevabını verdiler. Resul-i Ekrem Efendimiz izah etti ve tekrar sordu:
"İşte bu aklın eksikliğinden hayız gördüğü zaman [günlerce bekler] namaz kılmaz, Ramazan`da bir müddet oruç tutmaz değil mi?"
Kadınlar, "Evet!.." dediler.
[Hadis için bk. Buhârî, Hayz 6, Zekat 44, İman 21, Küsûf 9, Nikah 88; Müslim, Küsûf 17, (907), İman 132, (79); Nesâî, Küsuf 17, (3, 147); Muvatta, Küsuf 2, (1, 187)]
Cevap 1:
Hadis-i şerifte kadınların aklı ve dini noksan olduğuna işaret edilmiştir. Akıllarının noksanlığına delil olarak, malî konularda iki kadının şahitliğini bir erkek yerine sayan ayet (Bakara, 2/282) gösterilmiştir. Dinlerinin noksanlığına ise, aybaşı gören ve loğusa olan kadının bu halinde namaz, oruç gibi ibadetlerden uzak kalması, delil getirilmiştir. (bk. Buharî, Hayız, 6).
Bu hadisi doğru anlamaya ihtiyacımız vardır. Çünkü, pratikte bazı kadınların bazı erkeklerden daha akıllı olduğu ortadadır. Bu nedenle konunun anlaşılması için birkaç noktaya işaret etmekte fayda vardır:
a. Hadisin içinde geçen bazı noktalar, burada söz konusu edilen aklın noksanlığı, geri zekâlı olma anlamında olmayıp, duygusal taraflarının daha fazla olduğuna işarettir. Hadiste bu konu açıklanırken, kadınlara hitaben: “Siz çok lanet okuyorsunuz, kocanızın/yakınlarınızın iyiliklerini inkâr ediyorsunuz.” şeklindeki ifade bunu göstermektedir. Çünkü, kızgınlık anında başkasına lanet okumak veya gördüğü iyiliğini inkâr etmek, duygusal hareket edildiğinin en bariz göstergesidir.
b. Kadınların duygusal olarak yaratılmasının hikmeti ise, onların annelik özelliklerinde saklıdır. Çünkü, çocukların kahrını çekmek, onları büyütmek, ancak, ciddi bir fedakârlık, denizler gibi çağlayan bir şefkat, bir sevgiyle mümkündür. Bunlar da birer duygudur. Annelerin birer şefkat kahramanı olmaları için verilen bu duyguların, elbette yan etkileri de olacaktır. İşte onların, o ince ruhları, o fedakâr vicdanları, o sevecen gönüllerinin tamamen aksi istikametinde cereyan eden, aşırı duygusallılarının sonucu ortaya çıkan durumlar ise bu yan etkinin bir negatif yansımasıdır.
c. Hadiste kadınların akıllarının noksanlığına delil olarak gösterilen ayette geçen “Tedılle” kelimesi, ”unutma”yı ifade etmektedir.(bk. Kurtubî, III/397). “Unutkanlık” gerekçesi ise, işin başka boyutunu da ortaya koymaktadır. Yani burada gerçekten akılları noksan kadınlar değil, büyük çoğunlukla karşılaşacakları, gebeliğin, loğusalığın, özellikle de her ay söz konusu olan ay hâlinin, kadının psikolojisi üzerindeki tesiri inkâr edilemez. Bununla birlikte, psikoloji ve özellikle de jinekoloji bilim dalı uzmanlarınca yapılacak ciddi bir araştırma, bu konuda önemli gerçekleri ortaya çıkaracaktır.
d. Hükümler çoğunluğa göredir. Bu gün yüzde doksan aile bireyleri, erkek ve kadın olarak, kadınların daha alıngan, daha sabırsız, daha duygusal, işine gelmediği zaman, bazı iyilikleri, güzellikleri -bile bile- inkâr etmeye daha meyyal, ufak meseleleri bile büyütüp problem hâline getirmeye daha yatkındır. İşte, duyguların öne çıktığı bir durumda, akıl devreden tamamen veya kısmen çıkar. Bu da aklın noksanlığı olarak ifade edilir.
e. Bu duygusal tarafın pozitif bir ayrımcılığı da vardır. İşin ehli olan âlimler, bir erkeğin, kırk yılda ancak varacağı bir velayet mertebesine, bir kadının kırk günde yetişebildiğini söylemektedir.
“Cennet annelerin ayakları altındadır.” hadisinde de bu pozitif ayrımcılığı görüyoruz.
Demek ki, Allah’ın adaletinden şüphe etmemek gerekir. Mükâfat ve ceza ile, yapılan fiiller arasında adil bir ölçüden ziyade, merhamet dolu bir ölçü vardır.
Buna göre her insan maddi ve manevi konumuna, içinde bulunduğu şartlara göre hesaba çekilecektir. Öyleyse kadın kadınlığına ve kendine verilen diğer özelliklere göre; erkek de yine erkekliğine ve kendine verilen diğer özelliklere göre hesaba çekilecektir. Hiç kimse yapmadığından hesaba çekilmeyeceği gibi, yapamayacağı şeyden de sorumlu tutulmayacaktır. Her insanın kendine özel bir hesabı, bu hesaba göre de bir karşılığı vardır.
“…Allah kullarına, zulmetmez.” (Âl-i İmran, 3/182; Enfal, 8/51; Hacc, 22/10)
“…Rabbin kullarına zulmedici değildir.” (Fussilet, 41/46)
“Şüphe yok ki Allah kullarına zerre kadar zulmetmez.” (Nisa, 4/40)
“Şüphe yok ki Allah insanlara zulmetmez fakat insanlar kendilerine zulmederler.” (Yunus, 10/44)
Umum mülkün yegane sahibi, tek hâkimi Allahü Azi-müşşân'dır. O Sultan-ı Ezel ve Ebed kendi mülkünde elbette dilediği gibi tasarruf eder. Amma O Âdil-i Hakîm ve Rahîm-i Mutlak'ın bütün tasarrufat-ı hakîmane, rahîmâne ve âdilânedir. Hiç kimse O'nun mahlûkatına O'ndan başka şefkatli ve merhametli olamaz.
Cevap 2:
Hadis-i şerifte açıkça görüleceği üzere, Peygamber Efendimiz (asm), kadının dininin eksik oluğunu âdet gördüğü zaman bazı ibadetleri yapamaması olarak izah ediyor. Bu hâl kadının yaratılışında mevcuttur. Her kadın her ay belli günler âdet görür. Bu günlerde bazı ibadetleri yapamaz. Bu ibadetlerin bir kısmından muaf tutulmuş, bir kısmını da daha sonra kaza edebileceği esası getirilmiştir.
Âdet günlerinde kadın namaz kılamaz, oruç tutamaz, hac ibadetini eda ederken farz olan ziyaret tavafını yapamaz. Oruç ve tavafı daha sonra kaza ederken, kılamadığı namazlardan muaf tutulmuştur. Bu arada bir çeşit ibadet olan Kur'an'ı ele alma, okuma ve camiye girme gibi işleri de yapamaz.
Malum günler içinde bu ibadetleri yapamayan kadın, belli bîr müddet için de olsa bazı dinî hizmetlerden, vazifelerden ayrı durmaktadır. Görünüşte dinî yaşayışında bir eksiklik bulunmaktadır. Çünkü namaz, oruç ve hac İslâm dininin beş esasından üç mühim rüknünü teşkil etmekte, dolayısıyla bazı vakitler bunları yapamayan kadın erkeğe göre eksik olmaktadır.
Demek ki, buradaki noksanlık nisbîdir. Senenin bütün günü beş vakit namazı kılabilen, Ramazan boyu bir aylık orucu tutabilen Müslüman bir erkek, Müslüman kadına göre bu ibadetleri eksiksiz yapma bakımından mükemmel olmakta; kadın da nakıs kalmaktadır. Yani, meselâ her ay bir hafta âdet görebilen bir kadın sene içinde yaklaşık üç ay namaz kılmamakla, bu hususta erkeğe nisbetle nakıs kalmaktadır.
Ancak bu noksanlık keyfiyet bakımından değil, kemiyet bakımındandır. Yani kadın bu zaman zarfında namaz kılmamakla aynı zamanda bir farzı yerine getirmektedir. Çünkü kadının âdet günleri içinde sözünü ettiğimiz ibadetleri yapmaması farz, yapması ise haramdır. Demek ki, kadın namaz kılmazken de bir çeşit ibadet yapmakta; yine Allah'ın emrine uymakta, dolayısıyla sevabını o cihetten almaktadır.
Meseleye bu cihetten baktığımızda, kadının ibadetteki eksikliği başka bir yolla telâfi edilmektedir.
Diğer taraftan hadis-i şerifte kadınlar kötülenmiyor, erkekler dikkate sevk ediliyor. Aklı başında, dinine bağlı erkeklerin kadınlar vasıtasıyla fitneye kapılmamaları, imanlarına zarar vermemeleri istenmektedir. Çünkü günümüzde pek çok örneklerini gördüğümüz gibi, erkeklerin bir kısmı kadınlara uyarak dinî yaşayışlarında eksiklik göstermektedir.
Cevap 3:
Her bir insanın, bu âlemde içinde bulunduğu farklı hayat şartları, fert, aile ve akraba dairelerinde karşılaştığı ayrı ayrı mes'eleleri, maişet (geçim) noktasındaki değişik problemleri ve nihayet içinde bulunduğu memleketin kendisine has içtimaî yapısıyla ayrı bir dünyası vardır. Hikmetlerini hakkıyla bilemediğimiz, fakat âdil olduğundan da şüphe etmediğimiz bu İlâhî taksimatın neticeleri ahirette, yüce adalet gününde sergilenecek, Zilzâl Sûresi'nde de beyân buyurulduğu gibi, zerre kadar hayır ve zerre kadar şerrin hesabı orada görülecektir.
Bu dünyada faydalı sanılan birçok hâller, orada mes'uliyetinin ağırlığı ile kulun büyük bir yükü olurken, zahmet ve meşakkat olarak görünen nice hâdiseler -sabretmek şartıyla- orada günahların affına vesile olacaktır.
Haşir meydanı, hayvanların bile gerek insanlardan ve gerekse birbirilerinden olan haklarının alınacağı, hattâ bir kâfirin Müslümanda olan hakkının dahi hesaba katılacağı bir yüce adalet divânı olarak insanları beklemektedir. Hayvanların birbirinde olan küçük haklarını bile, mahiyetini bilemediğimiz hassas bir teraziyle tartan O Âdil-i Mutlak, elbette ki insanları da o mutlak adaletiyle muhakeme edecektir.
Zerre kadar şerrin dikkate alınacağı o adalet gününde, İlâhî adalete iftira edenlerin de hesaba çekileceği gözden uzak tutulmamalıdır.
“Allah, kişiye ancak gücünün yeteceği kadar teklif eder.” (Bakara, 2/286)
buyurmakla, kullarına çekemeyecekleri yükleri teklif etmediğini açıkça bildirmektedir. İnsanın bedeninin takat getiremeyeceği veya mal varlığının kâfi gelmeyeceği yükler olduğu gibi, aklının da tek başına erişemeyeceği hakikatler vardır. Bunların hepsi, kullara çekemeyecekleri yüklerin yüklenmediği hakikati içerisindedir.
Konuyu bazı misâllerle açıklayalım:
- Ayakta duramayacak kadar hasta olan bir kimse, namazını oturarak kılar.
- Oturamayacak ve kımıldayamayacak durumda bulunan bir hastanın ise namazı te'hire kalır.
- Ramazan'da unutarak yemek yiyen kimsenin orucu bozulmaz.
- Kendisine zorla haram bir şey yedirilen kimse mes'ul olmaz.
- Fakir bir Müslümana hacca gitmek ve zekât vermek farz değildir.
Misâller çoğaltılabilir. Bunlar Cenâb-ı Hakk'ın Âdil-i Mutlak olduğuna ve kulları için takat getiremeyecekleri yükler takdir etmediğine birer delildir.
Allahü Teâlâ mutlak- adaletiyle kullarının mes'uliyetlerini bedenî ve malî durumlarıyla olduğu gibi, içinde bulundukları şartlarla, imân hakikatlerini kavrama ve İslâmî hükümlere vâkıf olabilme imkânlarıyla da sınırlandırmıştır.
Cevap 4:
Konuyla ilgili hadisden çıkarılacak bazı dersler:
1. Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadislerinde kadınları manen en ziyade ziyana atan fıtrî zaaflarına dikkat çekmektedir. "En ziyade" diyoruz, çünkü cehennemdeki çokluklarının sebebi bu zaafa bağlanmaktadır. O zaaf da: Kötü sözü çabukça, çokça sarfetmeleri, kocalarına karşı nankörlükleri, erkeklerin aklını çelici olmalarıdır. Erkekleri günaha attıkları için, sebep olmadan dolayı kendilerine mesuliyet gelmektedir.
Aynı durum karşı cins için de geçerlidir. Yani erkelerin de kadınlar adına yapacakları hatalardan dolayı sorumlu olmaları söz konusudur.
2. Hadis, ilk nazarda, kadınlara karşı her zaman her yerde görülen hafife alıyor bir tavır taşıyor gibi gelebilir. Fakat aslında, bunu söylemek hadisteki inceliği kavramamak olur. Resulullah, kadınlarda tabii olarak mevcut, fakat farkında olamadıkları zaaflarını göstererek, şuurlu olarak o zaaflarının üzerine gidilmediği takdirde hasıl edecekleri zararın büyüklüğüne dikkat çekmiştir. Şöyle ki:
Kadınlar annelik gibi, şefkat ve hissilik gerektiren bir vazife üzere yaratıldıkları için, birkısım hissiliklerde erkeklere göre daha üstündürler. Bu hissi güçlülüğün, beraberinde getirdiği yan zaaflar var. Bu zaaflar hususunda şuurlu olunmaz, irade ile yönlendirilmez ve tabii hâllerine bırakılırsa, sahibini zarara atıcı olumsuz sonuçları olacaktır. Resulullah cehennemdeki sayı çokluğunun bu fıtrî zaaftan ileri geldiğini belirtmiştir.
Sözünü ettiğimiz fıtrî zaaf ayet-i kerime ile gündeme getirilmiştir: Onların şehadeti, birçok meselede erkeğin şehadetinin yarısına denktir:
"...Erkeklerden iki şahid yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa, o hâlde razı (ve doğruluğuna emin) olacağınız şahidlerden bir erkekle iki kadın (yeter. Bu suretle) kadınlardan biri unutursa öbürünün hatırlatması (kolay olur)..." (Bakara, 2/282).
Alimler, ayette geçen "biri unutursa diğerinin hatırlatması" ibaresinin, kadınların hadiseyi zabt yönüyle zayıf olduklarına delil olduğunu, Cenab-ı Hakk'ın bu ibare ile onların zaafına dikkat çektiğini söylerler. Mülk suresinde her şeyin gerçeğini, yaratanın bileceği belirtilir: يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ "Yaratan mı bilmeyecek?" (Mülk, 67/14).
3. Kadınların aklen nakıs olduklarını söylemek; onları levmetmek, kınamak veya onlara herhangi bir hakaret manası taşımaz. Çünkü bu, yaratılıştan gelen bir hususiyettir. Bunun zikri, o zaafın getireceği fitneye karşı uyarma, tedbirli olmaya çağırma gayesini güder. Nitekim, abdest sırasında hususi dikkat sarfedilmediği takdirde, kuru kalma tehlikesine maruz olan ökçeler için Aleyhissalâtu vesselam "Ateşte yanacak o ökçelere yazık!" demiştir. Aslında sadece ökçeler değil, diğer abdest uzuvlarına da "ateşten yazık" vardır. İyi yıkanmazlarsa, diğer organlardan dolayı da aynı sakıncalı durum söz konusuudr. Bu "iyi yıkanma" riskinin acı neticesi, iyi yıkanmama tehlikesine en ziyade maruz olan ökçeler zikredilerek gündeme getirilmiş, dikkatlere arzedilmiştir.
Kadınlar, kendilerini çokça ateşe atan zaaflarından habersiz olduklarını "Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor?" şeklindeki sorularıyla ortaya koymuş olmaktadır.
4. Dikkat çekeceğimiz bir incelik, hadiste kadınların aklen nakıs olmaları sebebiyle ateşle tehdit edilmemiş olmalarıdır. Ateş tehdidi, "kötü sözü çok yapmaları", "kocalarına karşı küfranları", "erkeklerin aklını çelici olmaları" sebebiyle yapılmıştır. Yani kadın olduklarıdna dolayı değil, sayılan bu özellikleri yapmalarıdnan dolayı kınanmışlardır. Öyleyse bu kınama sadece bu günahları işleyenleredir.
Aynı şey dinî noksanlık için de söylenebilir. Bu da fıtrî bir durumun neticesidir. Hayız hâlinde Allah'ın yasaklaması ile namaz kılmazlar, oruç tutmazlar, dolayısıyla bu hâl dahi onlar hakkında bir levm, bir ayıplama tahkir ifade etmez. Kâmil ve nakıs olma işi nisbî bir durumdur. En mükemmele göre "kâmil-mükemmel" de noksan sayılır. Öyleyse hayız halinde namaz kılmayan kadın, kılana nisbetle dinen nakıstır. Ancak kadınlar hadiste tavsiye edilenleri yapmak suretiyle bu eksikliklerini telafi edeceklerdir.
5. İmam, halka sadaka verme emrinde bulunabilir.
6. Kadınlar namazgâhta hususi bir kısımda bulunabilir.
7. İmam kadınlar topluluğuna özel olarak va'z ve nasihat edebilir.
8. Allah’ın verdiği nimetlere nankörlük etmek haramdır.
9. Kötü sözü (lanet, beddua, kehanet, kırıcı kelam..) çokça kullanmak da haramdır. Nevevî bu hadise dayanarak nankörlük ve kaba sözlülüğü büyük günahlardan saymıştır.
10. Lanet, yani Allah'ın rahmetinden uzak olmasını temenni etmek, muayyen bir şahıs hakkında ise caiz değildir.
11. Dinden çıkarmayan bir kısım günahlar hakkında "küfür" kelimesini kullanmak caizdir. Bu kullanış tağliz ve korkutma gayesini güder. Bu çeşit tağliz (ağır sözlerle caydırma) işi, hadislerde bazan imanın olmadığı şeklinde yapılmıştır. Bunlar da aynı maksatla korkutmak ve ilgili hatadan sakındırmak içindir.
12. Nasihatta, reddedilen, ayıplanan vasfın yok edilmesi için, ağır tabirler kullanılabilir (tağliz). Ancak bunun belli bir şahsa yönelik olmaması gerekir.
13. Sadaka, yardım ve iyilik yapmak, azabı yok eder, kullar arasındaki günahlara kefaret olur.
14. Akılda, fazlalık noksanlık olabilir. Herkesin aklı eşit değildir. Bunu, kadınlar hakkında kabul etmenin, onlara bir levm olmadığını. Azab da akıl noksanlığına değil, nankörlük, kötü söz, insanların aklını çelme gibi davranışlara bağlıdır.
15. Dinin noksanlığı sadece günaha sebep olan davranışlardan ileri gelmez. Dinin noksan oluşu, (Nevevî'ye göre) izafi bir hâldir.
16. Talebe hocasına, tabi olan metbuuna (tabi olduğu amirine) anlamadığı şeyi sorabilir, itiraz edebilir.
17. Hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüce ahlakını, müsamahasını, insanlara karşı rıfk ve mülayemetini de göstermektedir. (bk. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi.) (K)
Hurma kütüğünün konuşmasında ne gariplik var? Ayete göre, Hz. Musanın
asa'sı yılanları yutuyor. Bu, Allahın bir mucizesidir. İsra suresi’nde Allah Peygamberimize şöyle
buyuruyor:
"…Çünkü O’nun sana olan lütfu büyüktür." (İsra, 87)
Eğer Allah, Hz. Musaya yılanları yutabilen asa verebiliyorsa, lütfunun daha büyük olduğu Hz. Muhammed için bir kütüğü konuşturmasında hangi Kurana aykırı durum var? YOKSA SİZİN İMANINIZ GÖZLERİNİZDE Mİ?
Eğer Allah, Hz. Musaya yılanları yutabilen asa verebiliyorsa, lütfunun daha büyük olduğu Hz. Muhammed için bir kütüğü konuşturmasında hangi Kurana aykırı durum var? YOKSA SİZİN İMANINIZ GÖZLERİNİZDE Mİ?
"Siyah köpekler şeytandır ve öldürün", hadisinin açıklaması şöyledir:
Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla, öldürme emri bildiğimiz köpekler için
tahsis edilmiş bir emir değildir. Bu emir bütün yırtıcı hayvanlarla ilgilidir.
Buharî ve Müslim'in sahihinde şöyle bir hadis vardır:
"Beş tane hayvan "fasık"dır ki, Mekke'nin harem bölgesinde de öldürülebilir. Bunlar; fare, akrep, karga, çaylak ve yırtıcı köpektir." (bir rivayette: kişi ihramda da olsa bunları öldürebilir.) (Buhârî, Bedu'l-halk, 16; Müslim, Hac, 9: 66-72).
Bazı rivayetlerde yılan da vardır. Hadiste geçen anahtar kelimeler şunlardır: Fasık: Bu kelimenin sözlük anlamı; yoldan sapmaktır. Fasık adam, Allah'ın emir ve yasaklarının belirlediği çizginin dışına çıkan kimse demektir. Bu hayvanlara "fasık" adının verilmesi, bunların insanlara, diğer canlılara v.s. ye zarar vermekle, hayvanlar aleminin büyük çoğunluğunun yolundan dışarı çıkmaları sebebiyledir. (bk. Nevevî, Şerhu Müslim, ilgili hadisin şerhi).
El-Kelb el-Akur: Yırtıcı köpek demektir. Gördüğümüz kadarıyla bütün rivayetlerde köpek için bu vasıf kullanılmıştır. Bu da öldürme emrinin normal köpekler hakkında olmadığı, köpeğin köpek olduğu için böyle bir cezaya hedef olmadığını göstermektedir. Nitekim İmam Nevevî, bu hadisi açıklarken, şu görüşlere yer verir:
"Cumhura/âlimlerin büyük çoğunluğuna göre, hadiste geçen 'el-Kelb el-Akur' (yırtıcı köpek) kelimesi, bütün yırtıcı hayvanlar için geçerlidir. Çünkü köpeğin vasfı olarak geçen 'el-akur' kelimesi, yırtıcı anlamına gelir. Buna göre, hadiste geçen 'yırtıcı köpek' tabiri, aslan, kaplan, kurt gibi genellikle yırtıcı hayvanlardan sayılanların hepsi için geçerlidir." (bk. Nevevî, Şerhu Müslim, ilgili hadisin şerhi).
Hz. Peygamber (a.s.m)'in Ebu Leheb'in oğlu Utbe için ettiği beddua meşhurdur.
"Allah'ım! Ona köpeklerinden bir köpeği musallat et!"
diye beddua etmiş ve bir gece bir aslan gelip kervanın arasında bulunan Utbe'yi alıp parçalamıştı. (bk. İbn Battal, Şerhu'l-Buharî-el-Mektebetu'ş-Şamile, VIII/80).
İmam Malik de şöyle der: İhram'da olan bir kimse, kendisine eziyet veren hayvanları/haşereleri öldürmesi caizdir. Eziyet etmeyenleri öldürmesi ise caiz değildir. (el-Mektebetu'ş-Şamile, IV/252). İmam Malik'e göre, hadiste söz konusu edilen "yırtıcı köpek"ten maksat; aslan, kaplan, sırtlan kurt gibi insanlara saldıran, parçalayan her türlü yırtıcı hayvanlardır. (İbn Kudame, el-Şerhu'l-Kebir; el-Mektebetu'ş-Şamile, III/302).
Aslında Malikilere göre, yırtıcı kurt gibi insana saldıran, eziyet eden bütün hayvanlar "yırtıcı köpek" anlamındadır ve öldürülmeleri caizdir. Fakat eziyet etmeyenleri öldürmek asla caiz değildir. (İbn Kudame, a.g.e; el-Mektebetu'ş-Şamile, IV/14). Ünlü âlimlerden İbnu Abdilber'e göre, zararlı olmadıkça hiçbir köpek öldürülmez. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.m), canlıları silaha hedef yapmayı yasaklamıştır. Üstelik köpeğe su vermenin faziletiyle ilgili hadis mevcuttur.
Hadiste "Her ciğer sahibine su vermenin ecri vardır." buyurulmuştur. Ayrıca her tarafta bunca âlim dine aykırı fiillere işlere göz yummayan uyanık kimseler olduğu halde, köpekleri öldürme adeti yoktur. Ben, Müslümanların hiçbir fakihinin, köpek beslemeyi adaleti cerh eden, şahitliğe mani olan bir hal görmedim. Sadece Şafii mezhebi, ihtiyaç olmadığı halde köpek beslemeyi haram saymıştır" der. (Canan, Kütübü sitte,13/ 516)
Söz konusu hadis şöyledir: Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurdu:
“Bir adam yolda yürürken çok susadı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine girip su içti. Dışarı çıktığında susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: ‘Bu köpek de benim gibi susamış’ deyip tekrar kuyuya indi, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeğe su verdi. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve kendisini affetti." Hz. Peygamber (asm)‘in yanında bulunanlardan bazıları:
‘Ey Allah’ın resûlü! Yani hayvanlar(a yaptığımız iyilikler)için de bize bir ücret var mı?’ dediler. Allah’ın Resûlü:
‘Evet! Her yaş ciğer (sahibi olan canlılara yapılan iyilikler) için bir ücret vardır.’ buyurdu."( Buhârî, Şirb, 9, Vudu, 33; Müslim, selam, 153; Ebu Dâvud, cihad, 47).
Diğer bir rivayette ise Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:
“Kötü yolda olan bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini çıkarıp onunla onu suladı. Bu yüzden bağışlandı.”(Müslim, Tevbe, 155).
Bu hadislerden de açıkça anlaşıldığı gibi, İslam'da Allah'ın yarattığı bütün canlılara karşı merhamet esastır. Hanefî mezhebinin meşhur fıkıh kaynağı el-Mebsut'ta şu görüşlere yer verilmiştir:
" Hadiste ifade edilen yırtıcı köpek"ten maksat kurt, aslan gibi eziyet veren yırtıcı hayvanlardır. İmam Şafinin dediği gibi, hadiste anlatılan şey şudur: Zararlı, saldırgan olan yırtıcı hayvanlardan başkasını öldürmek caiz değildir." (el-Mebsut- el-Mektebetu'ş-Şamile V/159).
Nitekim, Şafii mezhebenin ünlü bilgini İbn Hacer el-Heytemi, yırtıcı köpeğin öldürülmesi konusunda şunları söyler:
"Yırtıcı köpeği aç bırakarak ölüme terk etmek caiz değildir. Bilakis, öldürülecekse, mümkün olduğunca en güzel bir şekilde öldürmek gerekir." (bk. Tuhfetu'l-Muhtac; el-Mektebetu'ş-Şamile, IV/252).
El-Beycermî'nin ifadesi bu konuda daha açıktır:
"Yalnız faydalı olan köpekler değil, zararı olmadığı, saldırgan ve yırtıcılığa soyunmadığı sürece bütün köpeklerin canı muhteremdir, dokunulamaz." (Haşyetu'l-Beycermî Ala'l-Menhec; el-Mektebetu'ş-Şamile, I/474).
Buna göre Peygamber Efendimizin (asm) öldürülmelerine izin verdiği hayvanlar, vahşi, yırtıcı ve saldırgan hayvanlardır.
Konuyla ilgili önemli bir hatırlatma:
İslam dinine saygının ve imanın bir gereği olarak Kur'an ve Sünnete şöyle –üç kategori halinde- bakmak gerekir.
Önce ayetlere bakış tarzımızı belirleyelim:
a. Bu ayet Allah'ın kelamıdır.
b. Allah bundan neyi kast etmişse onun o muradı haktır.
c. Allah'ın muradı şu olabilir, şu da olabilir. İlk iki maddede tereddüt etmek din ve imanla bağdaşmaz. Son şıktaki düşünce ise, bir tefsir, bir yorum konusudur ve farklılık göstermesi, işin tabiatının gereğidir. Bu husus, aynı zamanda İslam'ın, insanın ilmî özgürlüğüne ve aklına verdiği değerin de bir ifadesidir. Hadis konusunda bir farklılık söz konusudur.
Yukarıdaki (a) şıkkında Kur'an için söylediğimiz hüküm, burada az da olsa bir farklılık göstermektedir. Çünkü, bir çok hadisin sübutu Kur'an gibi kesin değildir. Onun için her hadis için "Bu söz kesin olarak Allah'ın Resulünün sözüdür." diyemeyiz.
Fakat şuna dikkat etmek lazımdır ki, Hz. Peygamber (a.s.m)'in üslubuna ciddi aşinalık peyda eden, sözün altının bakırından ayıracak kadar uzmanlaşmış büyük hadis âlimlerinin "Bu hadis kesin olarak sahihdir, doğrudur." dedikleri konularda tereddüt göstermek doğru olmaz. Hz. Peygamber (asm)'e ait olmayan bir sözü ona nispet etmek ne kadar çirkin ise, onun mübarek ağzından çıkan bir sözü -hikmetini araştırmadan, öğrenmeye çalışmadan- sırf kendi aklına uymadığı için, onun olmadığını veya olamayacağını söylemek de o kadar çirkindir. Ya bizim beğenmediğimiz o söz gerçekten Hz. Peygamber (a.s.m)'e ait ise… ( b) şıkkındaki hüküm hadis/sünnet için de aynen geçerlidir.
"Hz. Peygamber (a.s.m)’in bu sözle maksadı neyse, onun muradı hak ve doğrudur." demek, imanın gereğidir. (c ) şıkkı burada da aynen geçerlidir. Hadis veya sünnet farklı yorumlanabilir. Şüphesiz, farklı yorum veya tefsir dediğimiz şey, cehaletin, şeytanın veya nefsin keyfine göre değil, ilim, akıl, iman ve edebin arzusu doğrultusunda olmak zorundadır. Onun için bizim gibilere düşen, doğrudan Kur'an ve hadislerden hüküm çıkarmamak, işi ehline sormaktır. (K)
"Beş tane hayvan "fasık"dır ki, Mekke'nin harem bölgesinde de öldürülebilir. Bunlar; fare, akrep, karga, çaylak ve yırtıcı köpektir." (bir rivayette: kişi ihramda da olsa bunları öldürebilir.) (Buhârî, Bedu'l-halk, 16; Müslim, Hac, 9: 66-72).
Bazı rivayetlerde yılan da vardır. Hadiste geçen anahtar kelimeler şunlardır: Fasık: Bu kelimenin sözlük anlamı; yoldan sapmaktır. Fasık adam, Allah'ın emir ve yasaklarının belirlediği çizginin dışına çıkan kimse demektir. Bu hayvanlara "fasık" adının verilmesi, bunların insanlara, diğer canlılara v.s. ye zarar vermekle, hayvanlar aleminin büyük çoğunluğunun yolundan dışarı çıkmaları sebebiyledir. (bk. Nevevî, Şerhu Müslim, ilgili hadisin şerhi).
El-Kelb el-Akur: Yırtıcı köpek demektir. Gördüğümüz kadarıyla bütün rivayetlerde köpek için bu vasıf kullanılmıştır. Bu da öldürme emrinin normal köpekler hakkında olmadığı, köpeğin köpek olduğu için böyle bir cezaya hedef olmadığını göstermektedir. Nitekim İmam Nevevî, bu hadisi açıklarken, şu görüşlere yer verir:
"Cumhura/âlimlerin büyük çoğunluğuna göre, hadiste geçen 'el-Kelb el-Akur' (yırtıcı köpek) kelimesi, bütün yırtıcı hayvanlar için geçerlidir. Çünkü köpeğin vasfı olarak geçen 'el-akur' kelimesi, yırtıcı anlamına gelir. Buna göre, hadiste geçen 'yırtıcı köpek' tabiri, aslan, kaplan, kurt gibi genellikle yırtıcı hayvanlardan sayılanların hepsi için geçerlidir." (bk. Nevevî, Şerhu Müslim, ilgili hadisin şerhi).
Hz. Peygamber (a.s.m)'in Ebu Leheb'in oğlu Utbe için ettiği beddua meşhurdur.
"Allah'ım! Ona köpeklerinden bir köpeği musallat et!"
diye beddua etmiş ve bir gece bir aslan gelip kervanın arasında bulunan Utbe'yi alıp parçalamıştı. (bk. İbn Battal, Şerhu'l-Buharî-el-Mektebetu'ş-Şamile, VIII/80).
İmam Malik de şöyle der: İhram'da olan bir kimse, kendisine eziyet veren hayvanları/haşereleri öldürmesi caizdir. Eziyet etmeyenleri öldürmesi ise caiz değildir. (el-Mektebetu'ş-Şamile, IV/252). İmam Malik'e göre, hadiste söz konusu edilen "yırtıcı köpek"ten maksat; aslan, kaplan, sırtlan kurt gibi insanlara saldıran, parçalayan her türlü yırtıcı hayvanlardır. (İbn Kudame, el-Şerhu'l-Kebir; el-Mektebetu'ş-Şamile, III/302).
Aslında Malikilere göre, yırtıcı kurt gibi insana saldıran, eziyet eden bütün hayvanlar "yırtıcı köpek" anlamındadır ve öldürülmeleri caizdir. Fakat eziyet etmeyenleri öldürmek asla caiz değildir. (İbn Kudame, a.g.e; el-Mektebetu'ş-Şamile, IV/14). Ünlü âlimlerden İbnu Abdilber'e göre, zararlı olmadıkça hiçbir köpek öldürülmez. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.m), canlıları silaha hedef yapmayı yasaklamıştır. Üstelik köpeğe su vermenin faziletiyle ilgili hadis mevcuttur.
Hadiste "Her ciğer sahibine su vermenin ecri vardır." buyurulmuştur. Ayrıca her tarafta bunca âlim dine aykırı fiillere işlere göz yummayan uyanık kimseler olduğu halde, köpekleri öldürme adeti yoktur. Ben, Müslümanların hiçbir fakihinin, köpek beslemeyi adaleti cerh eden, şahitliğe mani olan bir hal görmedim. Sadece Şafii mezhebi, ihtiyaç olmadığı halde köpek beslemeyi haram saymıştır" der. (Canan, Kütübü sitte,13/ 516)
Söz konusu hadis şöyledir: Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurdu:
“Bir adam yolda yürürken çok susadı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine girip su içti. Dışarı çıktığında susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: ‘Bu köpek de benim gibi susamış’ deyip tekrar kuyuya indi, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeğe su verdi. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve kendisini affetti." Hz. Peygamber (asm)‘in yanında bulunanlardan bazıları:
‘Ey Allah’ın resûlü! Yani hayvanlar(a yaptığımız iyilikler)için de bize bir ücret var mı?’ dediler. Allah’ın Resûlü:
‘Evet! Her yaş ciğer (sahibi olan canlılara yapılan iyilikler) için bir ücret vardır.’ buyurdu."( Buhârî, Şirb, 9, Vudu, 33; Müslim, selam, 153; Ebu Dâvud, cihad, 47).
Diğer bir rivayette ise Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:
“Kötü yolda olan bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini çıkarıp onunla onu suladı. Bu yüzden bağışlandı.”(Müslim, Tevbe, 155).
Bu hadislerden de açıkça anlaşıldığı gibi, İslam'da Allah'ın yarattığı bütün canlılara karşı merhamet esastır. Hanefî mezhebinin meşhur fıkıh kaynağı el-Mebsut'ta şu görüşlere yer verilmiştir:
" Hadiste ifade edilen yırtıcı köpek"ten maksat kurt, aslan gibi eziyet veren yırtıcı hayvanlardır. İmam Şafinin dediği gibi, hadiste anlatılan şey şudur: Zararlı, saldırgan olan yırtıcı hayvanlardan başkasını öldürmek caiz değildir." (el-Mebsut- el-Mektebetu'ş-Şamile V/159).
Nitekim, Şafii mezhebenin ünlü bilgini İbn Hacer el-Heytemi, yırtıcı köpeğin öldürülmesi konusunda şunları söyler:
"Yırtıcı köpeği aç bırakarak ölüme terk etmek caiz değildir. Bilakis, öldürülecekse, mümkün olduğunca en güzel bir şekilde öldürmek gerekir." (bk. Tuhfetu'l-Muhtac; el-Mektebetu'ş-Şamile, IV/252).
El-Beycermî'nin ifadesi bu konuda daha açıktır:
"Yalnız faydalı olan köpekler değil, zararı olmadığı, saldırgan ve yırtıcılığa soyunmadığı sürece bütün köpeklerin canı muhteremdir, dokunulamaz." (Haşyetu'l-Beycermî Ala'l-Menhec; el-Mektebetu'ş-Şamile, I/474).
Buna göre Peygamber Efendimizin (asm) öldürülmelerine izin verdiği hayvanlar, vahşi, yırtıcı ve saldırgan hayvanlardır.
Konuyla ilgili önemli bir hatırlatma:
İslam dinine saygının ve imanın bir gereği olarak Kur'an ve Sünnete şöyle –üç kategori halinde- bakmak gerekir.
Önce ayetlere bakış tarzımızı belirleyelim:
a. Bu ayet Allah'ın kelamıdır.
b. Allah bundan neyi kast etmişse onun o muradı haktır.
c. Allah'ın muradı şu olabilir, şu da olabilir. İlk iki maddede tereddüt etmek din ve imanla bağdaşmaz. Son şıktaki düşünce ise, bir tefsir, bir yorum konusudur ve farklılık göstermesi, işin tabiatının gereğidir. Bu husus, aynı zamanda İslam'ın, insanın ilmî özgürlüğüne ve aklına verdiği değerin de bir ifadesidir. Hadis konusunda bir farklılık söz konusudur.
Yukarıdaki (a) şıkkında Kur'an için söylediğimiz hüküm, burada az da olsa bir farklılık göstermektedir. Çünkü, bir çok hadisin sübutu Kur'an gibi kesin değildir. Onun için her hadis için "Bu söz kesin olarak Allah'ın Resulünün sözüdür." diyemeyiz.
Fakat şuna dikkat etmek lazımdır ki, Hz. Peygamber (a.s.m)'in üslubuna ciddi aşinalık peyda eden, sözün altının bakırından ayıracak kadar uzmanlaşmış büyük hadis âlimlerinin "Bu hadis kesin olarak sahihdir, doğrudur." dedikleri konularda tereddüt göstermek doğru olmaz. Hz. Peygamber (asm)'e ait olmayan bir sözü ona nispet etmek ne kadar çirkin ise, onun mübarek ağzından çıkan bir sözü -hikmetini araştırmadan, öğrenmeye çalışmadan- sırf kendi aklına uymadığı için, onun olmadığını veya olamayacağını söylemek de o kadar çirkindir. Ya bizim beğenmediğimiz o söz gerçekten Hz. Peygamber (a.s.m)'e ait ise… ( b) şıkkındaki hüküm hadis/sünnet için de aynen geçerlidir.
"Hz. Peygamber (a.s.m)’in bu sözle maksadı neyse, onun muradı hak ve doğrudur." demek, imanın gereğidir. (c ) şıkkı burada da aynen geçerlidir. Hadis veya sünnet farklı yorumlanabilir. Şüphesiz, farklı yorum veya tefsir dediğimiz şey, cehaletin, şeytanın veya nefsin keyfine göre değil, ilim, akıl, iman ve edebin arzusu doğrultusunda olmak zorundadır. Onun için bizim gibilere düşen, doğrudan Kur'an ve hadislerden hüküm çıkarmamak, işi ehline sormaktır. (K)
"Kertenkele öldürene ..." hadisinin açıklaması:
Esasen zarar vermeyen hiç bir canlı öldürülemez. Öldürülmesi caiz olanlar ise, zararlı olan ve bu zararından başka türlü kurtulma imkanı olmayan hayvanlardır.
Kelerin bir vuruşta öldürülmesinin sevap olması, eziyet vermeden ölmesini sağlamak içindir. Yoksa her görülen kertenkeleyi öldürmek caiz olmadığı gibi, öldürmenin kendisi de sevap olmaz. Eziyet vermeden zararından kurtulmanın yollarını aramak gerekir. Ancak öldürmekten başka çare yoksa, bir vuruşta öldürmek gerekir ki, hayvan eziyet çekmesin.
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap kazanır." (Müslim, Selam 147 (2240); Metin Müslim'den alınmadır. Ebu davud, Edeb 175, (5263, 5264); Tirmizî, Ahkâm 1, (1482). Bazı Tirmizî tertibinde Sayd bölümünde 13. babta.)
AÇIKLAMA:
Vezeğa, Ahterî'de keler olarak açıklanır. Keler, bir nevi kertenkeledir. Resulullah fuveysika diye tavsif ederek, insanlara eziyet veren haşerata dahil etmiştir.
Fuveysika, fasıkcık demektir. Resulullah haşeratın ekserisinden ayrı olarak, zarar verenlere fasık demiştir. Alimler, kelerin bu grupta olduğunda görüş birliğindedir.
Bir vuruşta öldürülmesinden maksad eziyet verilmemesi içindir. Zîra hayvan ikinci darbeyi almadan yaralı olarak kaçabilir; bu da bir canlının eziyet görmesine neden olur. Buna göre insanlara zarar vermeyen hayvanları öldürmek caiz olmaz. (bk. Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan) (K)
Kütüb-i Sitte Editörü:
Esasen zarar vermeyen hiç bir canlı öldürülemez. Öldürülmesi caiz olanlar ise, zararlı olan ve bu zararından başka türlü kurtulma imkanı olmayan hayvanlardır.
Kelerin bir vuruşta öldürülmesinin sevap olması, eziyet vermeden ölmesini sağlamak içindir. Yoksa her görülen kertenkeleyi öldürmek caiz olmadığı gibi, öldürmenin kendisi de sevap olmaz. Eziyet vermeden zararından kurtulmanın yollarını aramak gerekir. Ancak öldürmekten başka çare yoksa, bir vuruşta öldürmek gerekir ki, hayvan eziyet çekmesin.
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap kazanır." (Müslim, Selam 147 (2240); Metin Müslim'den alınmadır. Ebu davud, Edeb 175, (5263, 5264); Tirmizî, Ahkâm 1, (1482). Bazı Tirmizî tertibinde Sayd bölümünde 13. babta.)
AÇIKLAMA:
Vezeğa, Ahterî'de keler olarak açıklanır. Keler, bir nevi kertenkeledir. Resulullah fuveysika diye tavsif ederek, insanlara eziyet veren haşerata dahil etmiştir.
Fuveysika, fasıkcık demektir. Resulullah haşeratın ekserisinden ayrı olarak, zarar verenlere fasık demiştir. Alimler, kelerin bu grupta olduğunda görüş birliğindedir.
Bir vuruşta öldürülmesinden maksad eziyet verilmemesi içindir. Zîra hayvan ikinci darbeyi almadan yaralı olarak kaçabilir; bu da bir canlının eziyet görmesine neden olur. Buna göre insanlara zarar vermeyen hayvanları öldürmek caiz olmaz. (bk. Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan) (K)
Kütüb-i Sitte Editörü:
Tartışmamız böyle mi devam
edecek? Siz soracaksınız, ben açıklayacağım? Ya tüm delilleriniz bittiğinde?
İnanacak mısınız hadislere?
Bir daha bana hadis yazarken, kaynağını da yazsanız iyi olur. Havadan konuşmayalım...
Cübbesiz Mahmut:
Siz, bir lira söğüşlemek için kutuya, "sadaka ömrü uzatır" yazarken kaynak ne? Cami imamları, cemaate bol keseden atarken kaynak veriyor mu? "Bir gün, Rasul buyurdu ki..." Sen git, onlara kaynak sor!
Kütüb-i Sitte Editörü:
Şifahi sohbetlerde, genelde, sohbetin ahengini bozmamak için kaynak
söylenmez. Sadaka hadisinin açıklamasını daha önce paylaştım. (bk. Heysemi,
Mecmaü’z-Zevaid, III/63)
Sadaka hadisi Kurana aykırı değil ki!
"Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf ALLAH'ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfât vereceğiz." (Nisa suresi, 114)
Buradakı büyük mükafatın içine ömrün bereketlenmesi, belaların def edilmesi de dahil olamaz mı? Allahın lütuflarını sınırlamaya mı çalışıyorsunuz?!
"Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf ALLAH'ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfât vereceğiz." (Nisa suresi, 114)
Buradakı büyük mükafatın içine ömrün bereketlenmesi, belaların def edilmesi de dahil olamaz mı? Allahın lütuflarını sınırlamaya mı çalışıyorsunuz?!
Bakın, bu ayette de işaret edilmiştir:
"Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah HER BAKIMDAN sınırsız zengindir, halimdir" (Bakara suresi, 263).
Allah, "her bakımdan" buyuruyor, sizler: "Hayır, onun belaları def etmeye gücü yetmez. O, ömrü, sadaka vereceğimizi bildiği için ezelden daha uzun yazmış olamaz" (haşa) diyorsunuz.
"Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah HER BAKIMDAN sınırsız zengindir, halimdir" (Bakara suresi, 263).
Allah, "her bakımdan" buyuruyor, sizler: "Hayır, onun belaları def etmeye gücü yetmez. O, ömrü, sadaka vereceğimizi bildiği için ezelden daha uzun yazmış olamaz" (haşa) diyorsunuz.
Ayrıca bu tartışmamızı herkese açık yerlerde yayınlayacağım inşallah. O yüzden de daha dikkatli yazınız.
Cübbesiz Mahmut:
Cübbesiz Mahmut:
Ben, size Kütüb-i Sitteden hadisler yazarım, herkes okur. Madem yayınlayacaksınız, Ebu Bekir Sifil ve Caner Taslaman tarzı bir tartışma
yapalım, video çekelim. Ne dersiniz? Beni mahcup edin, herkes görsün. Ben hadis okurum, siz, aslında öyle değil, diye
anlatırsınız, millet karar verir.
Her hadis için 2 rekat namaz, istihare, aylarca yol... Ama başka hadis
aliminiz kabul etmiyor.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Kütüb-i Sitte Editörü:
Sizinle yüz yüze tartışmak
isterdim, zaten yazı yazmak çok zor oluyor. Ama bayan olmam ve yurtdışında yaşamam buna engel teşkil ediyor. O halde tek çözüm yolu
gözüküyor: Yazarak tartışmak.
Ya yazarak tartışmaya devam ederiz, ya da bahane bulup kaçarsınız.
"Her hadis için 2 rekat
namaz istihare aylarca yol..." sözünü söylemeniz bile hadis tarihi ve
usulü bilmediğinizin en büyük kanıtlarından biridir.
Hadis tarihinde kitabet, tedvin, tasnif gibi süreçler yaşanmıştır. Bir hadisin daha uzun bir zaman zarfında elde edilmesine dair düşünce, ilk hadis toplama zamanına ait olabilir. Çünkü onlar dolaşıyor, araştırıyor ve bazen bir günde ancak bir hadisi bulabilirlerdi.
İmam Buhari ve diğer Kütübü sitte ve daha meşhur başka hadis alimleri
devrinde bu işi daha önce yapılan uzun zaman zarfında hadisleri ezberlemek
yerine, bunları -ezberlemekle beraber- ezber yoluyla da olsa hadisleri bir
araya getiren alimlerden ders alıyorlardı. Buna göre, eski alimlerin bir saatte
bir hadis öğrenmelerine karşılık Buhari bir saatte 20’den fazla hadisi
bulabilir ve ezberleyebilirdi. (K)
İmam Buhari, (rahimehullah) tasnif döneminin bir alimidir. Onun işi, kapı
kapı dolaşarak hadis toplamak değil, zaten -zayıf, garip, sahih hepsi karma
karışık- toplanmış hadislerin sahih kategorisinde olanları bir kitapta toplamak
idi. Aksini iddia etmek, kitabet ve tasnif süreçlerini karıştırmaktır...
Devam ediyoruz... Tüm iddialarınızı tartışma süreci boyunca tek tek
cevaplayacağım inşallah. Bura rahat bir platform zaten. İlla 2-3 saat yüz yüze
konuşmamız gerekmiyor ki! 1 hafta aralıklarla yazarak tartışma = 2 saat yüz
yüze tartışma. Hem size daha iyi olur. Sormaya bir şey bulamazsanız, ararsınız
yazarsınız...
Cübbesiz Mahmut:
Teşekkür ederim. Başlayalım. İlk sorum, sağlam hadis ayeti iptal eder mi?
Cübbesiz Mahmut:
Teşekkür ederim. Başlayalım. İlk sorum, sağlam hadis ayeti iptal eder mi?
Kütüb-i Sitte Editörü:
Bu konuda tek bir örnek vermeniz lazım.
Cübbesiz Mahmut:
Namazın sesi. İsra suresi, 110. ayet, "namazın sesini kısmayın" diyor. Öğle, ikindi ve akşam
namazlarının son rekati neden sesiz kılınıyor?
Nasih - mensuh ayet ayeti iptal
eder iddiası. Bu, hadis ayeti iptal eder mi? sorusu.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Orada bir nesih söz konusu değil.
Kütüb-i Sitte Editörü:
"(Onları) Apaçık deliller
ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara
kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler,
diye." (Nahl suresi, 44).
Burada açıkca Peygamberimize Kuranı açıklama görevi verilmiş.
Burada açıkca Peygamberimize Kuranı açıklama görevi verilmiş.
İsra suresi 110. ayeti açıklayan Efendimiz, "Namazında (sesini)
yükseltme" emrinin öğle, ikindi, akşamın 3. rekatine ait olduğunu,
"onu (sesini) alçaltma." emrinin de sabah, yatsı, akşamın 1. ve 2.
rekatlerine ait olduğunu beyan etmiştir.
Onun ayeti beyan etmesi, işin nazariyat kısmıdır. Pratikte de uygulaması
ile, bazı namazları sesli, bazı namazları sessiz kılındığını göstermiştir.
Pratikte de O'na uymamızı emreden birçok ayet var, ve madem bu ayetler Kıyamete
kadar geçerli, o halde Kıyamete kadar namazlarımızı bu şekilde kılmalıyız...
Pratikte de O'na uymamızı emreden bir ayet:
"De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Ali-İmran suresi, 31).
"De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Ali-İmran suresi, 31).
Ayetteki "فَاتَّبِعُونِي" =
"fettebi'u ni" = "bana ittiba edin" ibaresindeki ittibanın
anlamı nedir? İttiba kelimesi, sözlükte "bir kimseye uymak, birinin
peşinden gitmek, ne yaparsa yapsın aynısını taklit etmek" demektir. Görüldüğü üzere, ayet, O'na ittiba etmemizi, O ne yaparsa, aynısını yapmamızı istiyor.
Madem bu ayet de Kıyamete kadar geçerli, o halde Kıyamete kadar namazlarımızı bu şekilde kılmalı, Peygamberimizin: "Namazında (sesini) yükseltme, emri öğle, ikindi, akşamın 3. rekatine, "onu (sesini) alçaltma." emri de sabah, yatsı, akşamın 1. ve 2. rekatlerine aittir" beyanına kulak vermeliyiz...
Madem bu ayet de Kıyamete kadar geçerli, o halde Kıyamete kadar namazlarımızı bu şekilde kılmalı, Peygamberimizin: "Namazında (sesini) yükseltme, emri öğle, ikindi, akşamın 3. rekatine, "onu (sesini) alçaltma." emri de sabah, yatsı, akşamın 1. ve 2. rekatlerine aittir" beyanına kulak vermeliyiz...
Cübbesiz Mahmut:
Yani bu ayet
namazın sesini kısmayın, diyor, fakat uygulama kısıyor. Öyle mi?
Kutub-i Sitte Editörü:
Siz yazdıklarımı okudunuz mu?
Cübbesiz Mahmut:
Okudum, ama tutarlı değil. Ayet muhkem, namazın sesi kısılmaz.
Kutub-i Sitte Editörü:
Bir soru sorayım, devamında sorunuzu cevaplayacağım.
Cübbesiz Mahmut:
Sizin yorum farklı. Sizin kitaplarınız diyor ki, müslüman
sayısı çok azdı, müşrikler namazin sesi duyulursa, gelir, öldürür, İslam
yeryüzünden silinir diye sessiz kıldı. Bu iddia yanlış mı?
Cübbesiz Mahmut:
Hayır konu bitmeden, konu değişmez
Kutub-i Sitte Editörü:
Bu iddia yanlış değil. İşin hikmetinden biri budur.
Cübbesiz Mahmut:
Soru:
Sağlam hadis, ayeti nesh eder mi?
Kutub-i Sitte Editörü:
Merak etmeyin kaçmıyorum. Konuyu açıklar nitelikte bir soru soracağım.
Cübbesiz Mahmut:
Buyrun.
Kutub-i Sitte Editörü:
"...Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir." (Nisa suresi, 139).
"...Halbuki asıl izzet, ancak Allahın, Peygamberinin ve müminlerinindir" (Munafikun suresi, 8).
Bu ayetler çelişiyor mu?
Birinde tüm izzet Allahındır, diyor, diğerinde izzet Allaha, müminlere,
Peygambere aittir, diyor.
Cübbesiz Mahmut:
Hayır, çelişki yok. Başka ayette, şerefli mahlukat sadece
insandır, geçiyor.
Aynı kelime farklı manalarda kullanılır. "Salat" gibi.
Kutub-i Sitte Editörü:
Demek ki zahiren çelişki gibi gözükse de, aslında ayetler bir birini tefsir
etmektedir,
Cübbesiz Mahmut:
Konu hadis idi. Namazın sesine dönelim.
Kutub-i Sitte Editörü:
Kutub-i Sitte Editörü:
Peki, kendisine Kuranı tefsir etme yetkisi Allah tarafından verilen, ve
"O, nefis arzusu ile konuşmaz." (Necm suresi, 3) ayeti ile de DİN HUSUSUNDA DEDİĞİ HER
SÖZÜNÜN DOĞRULUĞU Allah tarafından teyit edilen Peygamberin, "Namazında
(sesini) yükseltme, emri öğle, ikindi, akşamın 3. rekatine, "onu (sesini)
alçaltma." emri de sabah, yatsı, akşamın 1. ve 2. rekatlerine aittir"
sözü neden Kuran ile çelişsin???
Kutub-i Sitte Editörü:
Kutub-i Sitte Editörü:
Eğer siz bu olaya "Kuran
ile çelişiyor" der ve bunun bir açıklama olmadığını söylerseniz, o halde
birinde tüm izzet Allahındır buyurulan, diğerinde izzet Allaha, müminlere,
Peygambere aittir denilen iki ayetin çeliştiğini kabul etmek zorunda
kalırsınız... Bana namaz molası. Devam edeceğiz...
Cübbesiz Mahmut:
Bununla
ilgili videom var. Soruya soruyla cevap verilmez. Şunu bana söylemişsiniz:
Peygamber hadisleri vahiydir, bu yüzden bu uygulama ayeti iptal eder, sesiz kılarız.
Kutub-i Sitte Editörü:
Peygamber hadisleri vahiydir, bu yüzden bu uygulama ayeti iptal eder, sesiz kılarız.
Kutub-i Sitte Editörü:
Kardeşim, Sen anlamıyor
numarası yapıyorsun galiba! İptal etmek ayrı bir şey, açıklamak ayrı bir şey...
Cübbesiz Mahmut:
Müslüman öfkesine hakim olur. Ayet sesiz kılmayı diyor, açıklama sessiz. Siz biraz düşünün. Bu yazdıklarınızı ben de paylaşacağım.
Kutub-i Sitte Editörü:
Kutub-i Sitte Editörü:
"Soruya soruyla cevap
verilmez" lafı çok yanlıştır. SORUYA HER TÜRLÜ CEVAPLAMA METODU İLE CEVAP
VERİLİR.
Tamam. Paylaşabilirsiniz.
Ama tek şart: Kesmeden paylaşacaksınız...
Cübbesiz Mahmut:
Hadis, ayeti iptal eder mi? Ahlaki olan o.
Kutub-i Sitte Editörü:
Kutub-i Sitte Editörü:
Siz bana "Hadis, ayeti iptal eder mi?" sordunuz. Ben de bir örnek
verin dedim. Siz örnek verdiniz, ben onun nesih değil, tefsir olduğunu
söyledim. Siz, "hayır, nesihtir, tefsir değil" dediniz. Aramızda
ihtilaf hala devam ediyor. Doğru mu?
Cübbesiz Mahmut:
İnsan
aklıyla alay ediyorsunuz Uygulama sessiz, ayet tam tersi yasaklıyor. Siz neticeyi
ayetin iptali değil, izahı diyorsunuz. Değil mi?
Kutub-i Sitte Editörü:
Evet. Ayrıca
akla aykırı bir durum göremiyorum sözlerimde.
Cübbesiz Mahmut:
İkinci örneğe geçelim mi? Okuyanlar karar verir.
Kutub-i Sitte Editörü:
Kutub-i Sitte Editörü:
Durun bir dakika. Bir mesele bitmeden geçemeyiz.
Aramızda İsra 110. ayetteki emir konusunda hala ihtilaf devam ediyor.
İhtilaf olan durumlarda Hazret-i Kuran Nisa 59`ta şöyle der: "فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ Eğer bir
şeyde çekişirseniz, فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ onu Allah'a
ve Resulüne götürün, إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ eğer
Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız böyle yaparsınız.
Bizler meselelerimizi Kur'an'a götürdük. Meselelerimizi ispat için ben
Kur'an'dan ayetler gösterdim, bakın şu şu ayetler de çelişiyor gibi gözüküyor,
ama aslında çelişki yok, tefsir var dedim, siz de Kur'an'dan ayetler
gösterdiniz. Aramızdaki ihtilaf ve çekişme hâlâ devam ediyor. Kim haklı kim
haksız ortaya çıkmadı.
Peki bu durumda ne yapıcaz? Nisa, 4/59 yapmamız gerekeni şöyle beyan eder: وَالرَّسُولِ Onu Resule
götürün. Yani Allah'ın kitabı aranızdaki çekişmeyi halledemediyse, hâlâ çekişip
ihtilaf ediyorsanız, bu durumda o meseleyi Resul (asm)'a götürün. Allah'a
götürmek, kitabı olan Kur'an'a götürmekti. Peki, Resule götürmek ne?.. Fiziki
olarak Peygamberimize gidip kapısını çalıp meseleyi direkt sormak mı? Hayır
böyle değil. Peygamberimize götürmekten maksat, Onun hadis-i şeriflerini hakem
yapmaktır. Eğer ihtilafımızı Kur'an halledemiyorsa, meselemizi hadislere
götürmeliyiz. Bu, Kur'an'ın emridir. Peki, bu emre kim boyun eğer? Ayetin
devamı buna işaret eder ve der ki: إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ Eğer
Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Yani, eğer Allah'a ve ahirete
imanınız varsa, meselenizi önce Kur'an'a götürür ve Kur'an'ı hakem yaparsınız.
Eğer Kur'an meselenizi çözemediyse ve hâlâ inatlaşıyorsanız, o zaman meselenizi
Resulullah'a, yani Onun hadis-i şeriflerine götürürsünüz. Böyle yapmanız
imanınızın alametidir. Mana-yı muhalifiyle, eğer Kur'an'a ve hadislere götürmüyorsanız
Allah'a ve ahiret gününe imanınız yoktur... (K)
Cübbesiz Mahmut:
Sizin problem, Kuranda "rasul, nebi, elçi, peygamber" yazan yere "Muhammed" koyuyorsunuz. Allah "Muhammed" demesini biliyor. 4 yerde "Muhammed" geçiyor. Neden "itaat edin" demiyor? Parantez açıp "Muhammed" yazmayı bırakın. O, sadece kendisine vahyedilene uyar.
Buhariyi konuşturup ayetleri değiştirmeyin!
Kutub-i Sitte Editörü:
Şimdi ben
size:"Gelin, meselemizi Peygamberimize, yani Onun hadislerine götürelim.
İsra suresi,110. ayet nesh olunmamıştır, tefsiri, açıklaması öyledir" dediğimde, siz
bana: "Yok, biz Peygamberimize götürmeyiz, hadislerine itibar etmeyiz.
Kur'an bize yeter, biz ancak Kur'an'la amel ederiz." diyorsunuz. İyi de
siz Kur'an'la amel etmiyorsunuz ki... Kur'an size, meselenizi Resule
de götürün, yani onun sözlerini, hadislerini de aranızda hakem yapın, diyor.
Siz ise Kur'an'ın bu emrine muhalefet ediyorsunuz. Hani siz Kur'an'a
uyuyordunuz?.. Sizin
mushafınızda Nisa suresinin 59. ayeti yok mu?..
Cübbesiz Mahmut:
Emniyet müdürü ne diyorsa, yapın, demek, ya da emniyet
müdürü kendi hevasından konuşmaz, demek yasalara gider. Allah ve Rasul'e itaat
edin, demek - Kurana, Allahın yasasına uyun, demektir Sizin yaptığınızı İran'dakiler yapıyor. Metod aynı, ravi farklı. Konuyla ilgili videolarım da var.
Kutub-i Sitte Editörü:
İnşallah birazdan,
"Sizin problem, Kuranda "rasul, nebi, elçi, peygamber" yazan yere "Muhammed" koyuyorsunuz. Allah "Muhammed" demesini biliyor. 4 yerde "Muhammed" geçiyor. Neden "itaat edin" demiyor? Parantez açıp "Muhammed" yazmayı bırakın. O, sadece kendisine vahyedilene uyar. Buhariyi konuşturup ayetleri değiştirmeyin!" iddianıza da cevap vereceğim. Namaz molası...
"Sizin problem, Kuranda "rasul, nebi, elçi, peygamber" yazan yere "Muhammed" koyuyorsunuz. Allah "Muhammed" demesini biliyor. 4 yerde "Muhammed" geçiyor. Neden "itaat edin" demiyor? Parantez açıp "Muhammed" yazmayı bırakın. O, sadece kendisine vahyedilene uyar. Buhariyi konuşturup ayetleri değiştirmeyin!" iddianıza da cevap vereceğim. Namaz molası...
Cübbesiz Mahmut:
En basiti, Kuranı açıklar dediğiniz bu hadislerin sayısı belli değil, çünki yazılmaya devam
ediyor.
Kutub-i Sitte Editörü:
Birçok videonuzu izledim ver her sözünüze verecek bir cevabım var. Merak etmeyin.
Allah izin verirse, birazdan görüşürüz...
Cübbesiz Mahmut:
Benim de şarj bitti. Selamlar...
Kutub-i Sitte Editörü:
Aleykumus Selam...
Aleykumus Selam...
Kutub-i Sitte Editörü:
Şimdi yazacağım sözlerim bu günlük son sözlerim olsun. Yarın bütün gün iş
var. Yarınki işlerim için biraz çalışmalıyım. İnşallah bu Çarşamba saat 14:00 gibi
tartışmaya devam ederiz...
Kutub-i Sitte Editörü:
"En
basiti, Kuranı açıklar dediğiniz bu hadislerin sayısı belli değil, çünki yazılmaya devam ediyor" demiştiniz. Burada
birkaç hatanız var.
Birincis, hadislerin kitabet, tedvin, tasnif dönemleri bitti. Dolayısıyla, yazılmaya devam etmiyor. Olsa olsa eski kaynaklar bulunmaya devam ediyor denilir.
Birincis, hadislerin kitabet, tedvin, tasnif dönemleri bitti. Dolayısıyla, yazılmaya devam etmiyor. Olsa olsa eski kaynaklar bulunmaya devam ediyor denilir.
İkincisi hadislerin sayısının belli olmaması bir şeyi değiştirmez ki. Şöyle
bir örnek verelim:
Susuzluktan ölmek üzere iken bir göl bulduk diyelim.
1. Gölün suyunun tatlı olduğuna emin olduk.
2. Gölün içinde tehlikeli bir şeyin olmadığını öğrendik.
Demek, su tatlı ise, ve içinde zararlı bir şey yok ise, suyu güzelce kullanabilir, tüketebiliriz. Gölde kaç litre suyun olduğunu araştırmaya gerek yoktur. Yani, suyu kullanabilmemiz için göldeki suyun ne kadar olduğunun bir önemi yok!
Susuzluktan ölmek üzere iken bir göl bulduk diyelim.
1. Gölün suyunun tatlı olduğuna emin olduk.
2. Gölün içinde tehlikeli bir şeyin olmadığını öğrendik.
Demek, su tatlı ise, ve içinde zararlı bir şey yok ise, suyu güzelce kullanabilir, tüketebiliriz. Gölde kaç litre suyun olduğunu araştırmaya gerek yoktur. Yani, suyu kullanabilmemiz için göldeki suyun ne kadar olduğunun bir önemi yok!
Aynı şekilde göldeki su misali, -tabiri caizse- "hadisin suyu tatlı
ise" (yani senedinde bir problem yok ise, senedi sağlam ise) ve
"hadis suyunun içinde zararlı bir şey yok ise" (yani metinde bir
problem yok ise, metin şaz değil ise) "hadis deryasında kaç litre su
olduğu" (yani hadislerin sayı) önemli değildir.
Hadisler farklı muhaddisler tarafından toplandığı için sahih, hasen, zayıf
gibi tasniflerde sayıların farklı olması tabiidir. Hadislerin sahihlik
kriterleri muhaddise göre –az da olsa- farklılık arz edebilir. Ama sonuçta
başka hadislerle ve başka delillerle birlikte desteklenebilir.
Cübbesiz Mahmut:
Hayırlı sabahlar. Sizce, her Müslüman mecburen Kütüb-i Sitte almalı mı? Ögrenmeli mi? Kütüb-i Sitte'den hesaba
çekilecek miyiz?
Neyse, bu
soru en sona kalsın. Hadisler farklı muhaddisler tarafından yazıldığı için, az da
olsa, çelişki olur, diyorsunuz. Kelimeleri kibarca seçmeniz manayı gizliyor. Aslında dediğiniz bir hadiscinin sağlam dediği hadis diğerine göre zayıf
olabiliyor. Böyle bir çelişkiyi normal olarak görmeniz, bu kitaba kutsallık
yuklemenizdir. Orada yazanlar rivayet. Nakleden: ravi. Rivayetle din olur mu?
Şimdi 2. sorum:
Fatihanın 1.ayeti besmele mi, yoksa "Elhamdü lillahi rabbil alemin" mi? Uygulama:
Hanefi, besmeleyi kabul etmiyor, içinden okuyor, Fatihaya sesli olarak "Elhamdü lillahi rabbil alemin"den başlıyor.
Şafii tam tersi, sesli olarak besmeleden başlıyor. Hangisi doğru? Hangisi ayeti inkar ediyor ya da hangisi Kurana ayet olmayan bir şeyi ayet gibi ilave ediyor? İkiside doğru derseniz, şaşırmam.
Fatihanın 1.ayeti besmele mi, yoksa "Elhamdü lillahi rabbil alemin" mi? Uygulama:
Hanefi, besmeleyi kabul etmiyor, içinden okuyor, Fatihaya sesli olarak "Elhamdü lillahi rabbil alemin"den başlıyor.
Şafii tam tersi, sesli olarak besmeleden başlıyor. Hangisi doğru? Hangisi ayeti inkar ediyor ya da hangisi Kurana ayet olmayan bir şeyi ayet gibi ilave ediyor? İkiside doğru derseniz, şaşırmam.
Kutub-i Sitte Editörü:
Değerli kardeşim,
2. soruyu sormanız, 1. meselenin bittiği anlamına geliyor. Zaten doğru olan da budur. Zira her meseleyi bir hafta tartışsak, tartışmamız zor biter. 1. mesele hakkında toparlama olarak şunları söylüyorum:
"Hadis ayeti nesheder mi" sorusuna kısa cevap olarak şunlar söylenebilir:
İmam Şâfiî'nin de içlerinde bulunduğu bir grup müctehid, "Kur'an ayetini ancak yine bir Kur'an ayetinin neshedebileceği" görüşündedirler. Bunlara göre mütevatir de olsa bir hadis herhangi bir Kur'an ayetini neshedemez. Diğer bir kısım âlimler ise Necm Suresinin 4 ve 5. ayetlerinde: "O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O'nun sözü kendisine gelen vahyden başka bir şey değildir." buyurulmasını delil göstererek, Hz. Peygamber (asm)'in sözlerinin de nihayet vahye müstenid olduğunu, lafzı Hz. Peygamber'e, manâsı Allah Teâlâ'ya ait kudsî hadislerin bulunduğunu, dolayısıyla bunların da birer vahiy olduğunu göz önünde bulundurarak Hz. Peygamber (asm)'in sözlerinin Kur'an ayetini neshedebileceğini ileri sürmüşlerdir. Yalnız burada bir şart ileri sürülmektedir ki, buna göre Kur'an ayetini neshedebilecek hadisin Hz. Peygamber (asm)'in şahsî ictihadına dayanmaması gerekir. Allah Resulünün bizzat kendi ictihadı olduğunu belirttiği söz ve sünneti, Kur'an ayetini neshedemez. (Bu görüşü İbn Habîb en-Neysâbûrî tefsirinde naklediyor, bk. Suyutî, el-İtkân, II/21). (K)
2. soruyu sormanız, 1. meselenin bittiği anlamına geliyor. Zaten doğru olan da budur. Zira her meseleyi bir hafta tartışsak, tartışmamız zor biter. 1. mesele hakkında toparlama olarak şunları söylüyorum:
"Hadis ayeti nesheder mi" sorusuna kısa cevap olarak şunlar söylenebilir:
İmam Şâfiî'nin de içlerinde bulunduğu bir grup müctehid, "Kur'an ayetini ancak yine bir Kur'an ayetinin neshedebileceği" görüşündedirler. Bunlara göre mütevatir de olsa bir hadis herhangi bir Kur'an ayetini neshedemez. Diğer bir kısım âlimler ise Necm Suresinin 4 ve 5. ayetlerinde: "O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O'nun sözü kendisine gelen vahyden başka bir şey değildir." buyurulmasını delil göstererek, Hz. Peygamber (asm)'in sözlerinin de nihayet vahye müstenid olduğunu, lafzı Hz. Peygamber'e, manâsı Allah Teâlâ'ya ait kudsî hadislerin bulunduğunu, dolayısıyla bunların da birer vahiy olduğunu göz önünde bulundurarak Hz. Peygamber (asm)'in sözlerinin Kur'an ayetini neshedebileceğini ileri sürmüşlerdir. Yalnız burada bir şart ileri sürülmektedir ki, buna göre Kur'an ayetini neshedebilecek hadisin Hz. Peygamber (asm)'in şahsî ictihadına dayanmaması gerekir. Allah Resulünün bizzat kendi ictihadı olduğunu belirttiği söz ve sünneti, Kur'an ayetini neshedemez. (Bu görüşü İbn Habîb en-Neysâbûrî tefsirinde naklediyor, bk. Suyutî, el-İtkân, II/21). (K)
"Bu hadis şu ayeti neshetti",
görüşünün söylenebileceği vakalarda, "Hayır, hadis ayeti neshetmedi. O
ayeti başka ayet neshetti. Hadis ise, nasih ayeti (nesheden ayeti) tefsir
etti" görüşü de söylenebilir. Hal böyle olunca, ihtilafın olması tabiidir,
kınanmaz.
Kutub-i Sitte Editörü:
Meseleler bölünmesin, arada cevapsız sorular kalmasın istiyorum. Bu yüzden 2. sorunuza geçmeden önce, ara'da söylediğiniz iddianıza cevap vermek istiyorum. Okuyucular, "cevapsız meseleler kaldı, bazı sorular cevaplanmadı" demesinler.
Cevaplamaya çalışacağım bir iddianız şu:
"Sizin problem, Kuranda "rasul, nebi, elçi, peygamber" yazan yere "Muhammed" koyuyorsunuz. Allah "Muhammed" demesini biliyor. 4 yerde "Muhammed" geçiyor. Neden "itaat edin" demiyor? Parantez açıp "Muhammed" yazmayı bırakın. O, sadece kendisine vahyedilene uyar. Buhariyi konuşturup ayetleri değiştirmeyin! Emniyet müdürü ne diyorsa, yapın, demek, ya da emniyet müdürü kendi hevasından konuşmaz, demek yasalara gider. Allah ve Rasul'e itaat edin, demek - Kurana, Allahın yasasına uyun, demektir Sizin yaptığınızı İran'dakiler yapıyor. Metod aynı, ravi farklı. Konuyla ilgili videolarım da var."
"Sizin problem, Kuranda "rasul, nebi, elçi, peygamber" yazan yere "Muhammed" koyuyorsunuz. Allah "Muhammed" demesini biliyor. 4 yerde "Muhammed" geçiyor. Neden "itaat edin" demiyor? Parantez açıp "Muhammed" yazmayı bırakın. O, sadece kendisine vahyedilene uyar. Buhariyi konuşturup ayetleri değiştirmeyin! Emniyet müdürü ne diyorsa, yapın, demek, ya da emniyet müdürü kendi hevasından konuşmaz, demek yasalara gider. Allah ve Rasul'e itaat edin, demek - Kurana, Allahın yasasına uyun, demektir Sizin yaptığınızı İran'dakiler yapıyor. Metod aynı, ravi farklı. Konuyla ilgili videolarım da var."
Önceden de belirttiğim gibi, birçok videonuzu izledim. Ve her iddianıza
verecek cevabımız var.
Kur’an’da ulü'l-emre itaat emredilmiştir.
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resulüne ve sizden olan ulü'l-emre de itaat edin. Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilâfa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve Resulüne arzediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir.”(Nisa, 4/59) mealindeki ayette bu gerçeğe vurgu yapılmıştır. Hz. Peygamber (asm) ümmetindeki bütün ulü'l-emirlerin de amiridir. Ulü'l-emirlere itaat edilmesi Allahın emretmesi ile farz olduğuna göre, Hz. Peygambere (asm) itaat katlanarak farziyetini koruyacaktır.
Hal böyle olunca, akla tek bir soru - sizin sorunuz geliyor:
"Rasul" ve "Nebi"ye itaat ayetlerin ifadesi ile farzdır. Peki, "Rasul" ve "Nebi" kelimelerinden neyi anlayacağız?
Bu soruya verilecek gayet açıklayıcı olduğunu düşündüğüm cevap şudur:
Rasul'e itaati emreden bir ayet üzerinden örnek verelim ve açıklamaya çalışalım:
"مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ" = "Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur." (Nisa suresi, 80).
Şimdi bu ayet üzerinde bir tahlil yapalım.
"Rasul" ve "Nebi"ye itaat ayetlerin ifadesi ile farzdır. Peki, "Rasul" ve "Nebi" kelimelerinden neyi anlayacağız?
Bu soruya verilecek gayet açıklayıcı olduğunu düşündüğüm cevap şudur:
Rasul'e itaati emreden bir ayet üzerinden örnek verelim ve açıklamaya çalışalım:
"مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ" = "Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur." (Nisa suresi, 80).
Şimdi bu ayet üzerinde bir tahlil yapalım.
Kutub-i Sitte Editörü:
Arapçada isimler Ma'rife ve Nekre olmakla iki yere ayrılır. Ma'rife isimler
belirli isimlere, nekre isimler ise belirsiz isimlere denilir. Nekre ismi ma'rife
isim yapmak için başına "el" takısı getirilir. İngilizcedeki "the"
artiklı ile aynı anlamdadır. Mesela, herhangi bir kitapdan ilk defa
bahsettiğimizde "a book" = "kitabun" = "bir
kitap" deriz. Aynı kitap hakkında ikinci, üçüncü vs. konuşmalarımızda ise
"the book" = "el kitabu" = "(işte şu bilinen)
kitap" deriz.
Nisa suresi 80. ayetin arapçasındaki rasul kelimesi ma'rife (yani belirli) olarak kullanılmış, "el" takısı (harfi-tarif) almıştır. Bakalım: "لرَّسُولَ" = "el+Rasul". Demek ki ayetteki Rasul kelimesinin ne olduğu ya Kuranda daha önce geçmiş, ya diğer ayetler açıklamış, ya da zaten biliniyor. Biz şimdilik 1. şıkkı inceleyeceğiz: "Kuranda daha önce geçmiş" mi?
Nisa suresi 80. ayetin arapçasındaki rasul kelimesi ma'rife (yani belirli) olarak kullanılmış, "el" takısı (harfi-tarif) almıştır. Bakalım: "لرَّسُولَ" = "el+Rasul". Demek ki ayetteki Rasul kelimesinin ne olduğu ya Kuranda daha önce geçmiş, ya diğer ayetler açıklamış, ya da zaten biliniyor. Biz şimdilik 1. şıkkı inceleyeceğiz: "Kuranda daha önce geçmiş" mi?
Evet, geçmiş, "rasul" ismi tanımlanmış, Rasul'den kasıtın kim
olduğu bir ayette İSMİ İLE geçmiş. Bakalım:
"مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ" = "MUHAMMED ALLAHIN RASULUDÜR." (Fetih suresi, 29). Ayrıca bu ayette "rasul" kelimesinin nekre olarak geçip diğer ayetlerde ma'rife olarak geçmesi de Rasulün "MUHAMMED" keliesini ifade ettiğine delildir. Aksini iddia etmek, bana değil, ARAPÇAYA MEYDAN OKUMAKTIR.
"مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ" = "MUHAMMED ALLAHIN RASULUDÜR." (Fetih suresi, 29). Ayrıca bu ayette "rasul" kelimesinin nekre olarak geçip diğer ayetlerde ma'rife olarak geçmesi de Rasulün "MUHAMMED" keliesini ifade ettiğine delildir. Aksini iddia etmek, bana değil, ARAPÇAYA MEYDAN OKUMAKTIR.
Kutub-i Sitte Editörü:
"Şimdi ise "Rasul" kelimesi neden Kuran`ı ifade
edemez?" sorusuna gayet açıklayıcı olduğunu düşündüğüm bir cevap vermeye çalışayım...
Bir kere Kuranda Rasule itaati emreden ayetlerde "rasul" kelimesi
tek başına geçmez. Hep "...Allaha ve Rasule itaat edin..." şeklinde
geçer. Allah'a itaat etmek, herhalde miraç yapıp Arş-ı Ala'ya çıkmak ve
Allah'ın tecellisine mazhar olarak meseleyi Allah'a sormak değildir. Allah'a
itaat etmek, meseleyi Allah'ın kitabı olan Kur'an'a götürmektir. Yani
hasmımızla aramızda Kur'an'ı hakem yapmak ve Kur'an'ın dediğine tabi olmaktır.
Allah'a itaat etmek, kitabı olan Kur'an'a götürmekti. Peki, Resule itaat etmek
ne? Kurana itaat mi? Hayır, değil. Zira Allah, "...Allaha ve Rasule itaat
edin..." ibaresinin anlamında "...Kurana itaat edin ve Kurana itaat
edin..." demez. Bu durumda Kuranda yersiz bir kelime tekrarı olur, yersiz
bir söz olur. Tek harfi bile yersiz olmayan bir Kuran için ise bu düşünülemez.
Yukarıda Rasul`ün anlamının MUHAMMED (asm) olduğunu isbat ettik, şimdi de
"Şimdi ise "Rasul" kelimesi neden Kuran`ı ifade edemez?"
sorusuna kısa cevap vermeye çalıştık. Açıklayıcı olmaya çalıştım...
Kutub-i Sitte Editörü:
"Besmele ayet mi?" konusuna geçmeden önce cevaplayacağım 2.
iddianız da şuydu:
"Hadisler farklı muhaddisler tarafından yazıldığı için az da olsa, çelişki olur diyorsunuz. Kelimeleri kibarca seçmeniz manayı gizliyor. Aslında, dediğiniz, bir hadisçinin sağlam dediği hadis, diğerine göre zayıf olabiliyor. Böyle bir çelişkiyi normal olarak görmeniz, bu kitaba kutsallık yuklemenizdir. Orada yazanlar rivayet. Nakleden: ravi. Rivayetle din olur mu?"
"Hadisler farklı muhaddisler tarafından yazıldığı için az da olsa, çelişki olur diyorsunuz. Kelimeleri kibarca seçmeniz manayı gizliyor. Aslında, dediğiniz, bir hadisçinin sağlam dediği hadis, diğerine göre zayıf olabiliyor. Böyle bir çelişkiyi normal olarak görmeniz, bu kitaba kutsallık yuklemenizdir. Orada yazanlar rivayet. Nakleden: ravi. Rivayetle din olur mu?"
Cübbesiz Mahmut:
Kısaca, yanıldınız. Allaha itaat etmek, Rasulun getirdiğine itaat etmektir. Allah
kullarına emirlerini elçi aracılığı ile, vahiy yollayarak iletir. Rasule düşen sadece
uyarmaktir. Israrla "Rasul" yazan yere "Muhammed" koyuyorsunuz. Selamlar...
Kutub-i Sitte Editörü:
Kutub-i Sitte Editörü:
Mahmut bey,
neden "Rasul" yazan yere "Muhammed" (asm) koyduğumuzu basit arapça kaideleri,
Kuranın ifadesi ile açıklamaya çalıştım. Allaha itaat etmek Rasulun getirdiğine
itaat etmektir, Rasul aslında, Kuran anlamındadır, iddialarının da tutarsız
olduğunu göstermeye çalıştım. Siz hala olayı başa döndürüyor, delillerle
yaptığım açıklamaya tek kelime ile "yanlıştır" hükmü veriyorsunuz.
Neyse, bu konuyu noktalayalım. Bırakalım okuyacak kardeşlerimiz karar
versinler. İnşallah yarın öğlen görüşmek üzere...
Cübbesiz Mahmut:
Muhaddisler farklı olduğu için, kibarca AZ DA OLSA, çelişki olur, diyorsunuz.
Nasıl bu çelişkilerle mutlu musunuz? Biri "evet", biri "hayır" derken? İkisinin de kaynağı Peygamber, yani hadis. İkisi de sağlam. Siz hangisini tercih ediyorsunuz? Ya da klasik olarak sıkışınca Ehli Sünnetin dediği "İHTİLAFTA RAHMET VARDIR" diyerek çelişkiye kılıf mı bulacaksınız? Biri haram, diğeri helal. Biri yasak, diğeri serbest, diyecek. Kendinizin tarifi ile ÇELİŞKİ normal olacak. İlerleyen günlerde ben size sayısız örnek vereceğim. Siz de az da olsa, o çelişkileri yazmak zorunda kalacaksınız!
Kutub-i Sitte Editörü:
Muhaddisler farklı olduğu için, kibarca, AZ DA OLSA çelişki olur, demiyorun. Ya dikkatle okumadınız, ya da okuduğunuz halde böyle yapıyorsunuz. Ben, "Hadislerin sahihlik kriterleri muhaddise göre –az da olsa- farklılık arz edebilir" demiştim. Buradan, "az da olsa çelişki olur" sonucu çıkmıyor. "Sahihlik kriterleri çok az (istediğiniz hadis kitaplarını incelediğinizde de görebilirsiniz) farklılık arz edebilir" sonucu çıkıyor. Peki, sahihlik kriterleri nedir? Bunu şu örnekle anlatmaya çalışayım:
Bir müesise çalıştırıyoruz ve buraya bir işçi almayı düşünüyoruz. İşçi de güvenlikten sorumlu olsun diyelim. O güvenlik görevlisini işe almak için bazı şartlar ortaya koyuyoruz: Mesela, 15 barfiks çekebilmeli, 2 yabancı dil bilmeli. Biz, 15 barfiks çekebilen ve 2 yabancı dil konuşmayı beceren bir kişini rahatlıkla işe götürebiliriz. Ama biz sıkı bir işçi almak için 20 barfiks çeken ve 3 yabancı dil konuşan kişi arıyoruz. Başka bir müesise bu sınırı 30 barfıks, 5 yabancı dil'e çıkarıyor. Sonuçta, hepimizin işe alacağımız kişi, 15 barfiks, 2 yabancı dil sınırını geçtiğinden işe alınabilir. Bu halde 30 barfıks, 5 yabancı dil sınırı koyan müesisenin güvenlik işçisi de, 15 barfiks, 2 yabancı dil sınırı koyanın görevlisi de güvenilir olacak, başlangıç limiti (15 barfiks, 2 yabancı dil) geçmiş olacak. Bu durumda üçüncü bir kişi şöyle der: GÖREVLİLER FARKLI MÜESİSELER TARAFINDAN İŞE GÖTÜRÜLDÜĞÜNDEN, "barfiks" VE "yabancı dil sayısı" KRİTERLERİ FARKLILIK ARZ EDEBİLİR. AMA SONUÇTA HER BİRİ "15 barfiks, 2 yabancı dil" SINIRINI GEÇECEĞİNDEN HİÇ BİRİNE "GÜVENİLMEZDİR" DENİLEMEZ...
Cübbesiz Mahmut:
Muhaddisler farklı olduğu için, kibarca AZ DA OLSA, çelişki olur, diyorsunuz.
Nasıl bu çelişkilerle mutlu musunuz? Biri "evet", biri "hayır" derken? İkisinin de kaynağı Peygamber, yani hadis. İkisi de sağlam. Siz hangisini tercih ediyorsunuz? Ya da klasik olarak sıkışınca Ehli Sünnetin dediği "İHTİLAFTA RAHMET VARDIR" diyerek çelişkiye kılıf mı bulacaksınız? Biri haram, diğeri helal. Biri yasak, diğeri serbest, diyecek. Kendinizin tarifi ile ÇELİŞKİ normal olacak. İlerleyen günlerde ben size sayısız örnek vereceğim. Siz de az da olsa, o çelişkileri yazmak zorunda kalacaksınız!
Kutub-i Sitte Editörü:
Muhaddisler farklı olduğu için, kibarca, AZ DA OLSA çelişki olur, demiyorun. Ya dikkatle okumadınız, ya da okuduğunuz halde böyle yapıyorsunuz. Ben, "Hadislerin sahihlik kriterleri muhaddise göre –az da olsa- farklılık arz edebilir" demiştim. Buradan, "az da olsa çelişki olur" sonucu çıkmıyor. "Sahihlik kriterleri çok az (istediğiniz hadis kitaplarını incelediğinizde de görebilirsiniz) farklılık arz edebilir" sonucu çıkıyor. Peki, sahihlik kriterleri nedir? Bunu şu örnekle anlatmaya çalışayım:
Bir müesise çalıştırıyoruz ve buraya bir işçi almayı düşünüyoruz. İşçi de güvenlikten sorumlu olsun diyelim. O güvenlik görevlisini işe almak için bazı şartlar ortaya koyuyoruz: Mesela, 15 barfiks çekebilmeli, 2 yabancı dil bilmeli. Biz, 15 barfiks çekebilen ve 2 yabancı dil konuşmayı beceren bir kişini rahatlıkla işe götürebiliriz. Ama biz sıkı bir işçi almak için 20 barfiks çeken ve 3 yabancı dil konuşan kişi arıyoruz. Başka bir müesise bu sınırı 30 barfıks, 5 yabancı dil'e çıkarıyor. Sonuçta, hepimizin işe alacağımız kişi, 15 barfiks, 2 yabancı dil sınırını geçtiğinden işe alınabilir. Bu halde 30 barfıks, 5 yabancı dil sınırı koyan müesisenin güvenlik işçisi de, 15 barfiks, 2 yabancı dil sınırı koyanın görevlisi de güvenilir olacak, başlangıç limiti (15 barfiks, 2 yabancı dil) geçmiş olacak. Bu durumda üçüncü bir kişi şöyle der: GÖREVLİLER FARKLI MÜESİSELER TARAFINDAN İŞE GÖTÜRÜLDÜĞÜNDEN, "barfiks" VE "yabancı dil sayısı" KRİTERLERİ FARKLILIK ARZ EDEBİLİR. AMA SONUÇTA HER BİRİ "15 barfiks, 2 yabancı dil" SINIRINI GEÇECEĞİNDEN HİÇ BİRİNE "GÜVENİLMEZDİR" DENİLEMEZ...
Tabiri caizse, hadisler de bu şekildedir. Sahih hadisin şartları bellidir.
Bu şartları taşıyan her hadis SAHİH - GÜVENİLR olacaktır. Ama İmam Buhari, İmam
Müslim gibi zatlar bu şartları daha da zorlaştırmış, hadislerin sahihlerini de
sınava tabi tutmuş, daha sağlamlarını almışlar kitaplarına. Ama bu şartları
zorlaştırmadan sahih hadisin şartlarını taşıyan rivayetleri kitaplarına alan
zatların eylemleri de doğrudur. Demek "az da olsa çelişki olur" değil
de, "kriterlerde az da olsa farklılık olur" doğrudur...
Kutub-i Sitte Editörü:
Benim yazdıklarım, sizin "Muhaddisler farklı olduğu için kibarca AZ DA OLSA çelişki olur, diyorsunuz" iddianıza cevap idi. "Rivayetle din olur mu?" kısmını daha cevaplamadım.
Cübbesiz Mahmut:
Birinin "haram" dediğine, diğeri "helal" diyor. AZ BİR FARK BU MU?
Kutub-i Sitte Editörü:
Kutub-i Sitte Editörü:
Bu konu hadis konusu değil, mezhep konusu. KARIŞTIRIYORSUNUZ.
Cübbesiz Mahmut:
Örnek: Buhari, Ebu Hanife
hakkında ne diyor, biliyorsunuz değil mi?
Cübbesiz Mahmut:
Hayda! Mezhepler, hadislerle şekillenmiyor mu?
Kutub-i Sitte Editörü:
Lütfen
konuları karıştırmayın. Bir plan üzerinden yürüyelim...
Buyrun, besmele. Bekliyorum, karışmasın. Dünyadaki bütün Kuranlara
bakın. Besmele ayettir. Kütüb-i Sittenin dediği nedir?
Kutub-i Sitte Editörü:
Yine
karıştırdınız ya.
Cübbesiz Mahmut:
Buyrun, tarayın, karışıklık düzelsin.
Kutub-i Sitte Editörü:
Yemek molası. Namazı da kılayım. Sonra kerahate kalıyor. Birazdan canlı
canlı yazışırız.
Cübbesiz Mahmut:
Eyvallah.
Kutub-i Sitte Editörü:
Sorunuzun "Rivayetle din olur mu?" kısmında her halde
"hadisler Peygamber devrinde yazılmadı, sonradan yazıldı, dolayısıyla
rivayetle din olmaz" sorusunu sormaya çalıştınız. Bu sorunun kısa ve öz
cevabı:
İslam dini gelinceye kadar geçerli din Hristiyanlık idi. Hz. İsa ile Hz. Muhammed (asm) arasındaki 600 sene içerisinde -Kuranın da ifadesiyle- İncille amel edenler kurtuluyorlardı. Peki, en erken İncil ne zaman yazıya alındı? En az Hz. İsadan 70 sene sonra. Peki, İncil yazıya -en az- 70 sene sonra alındı diye, İslama kadar gelmiş insanlar dinsiz mi olmalıydı? Veya İslama kadar yaşamış Ehl-i Kitabın kurtulduğunu söyleyen ayetler, (1) İncilin yazıya geç alınması sebebiyle geçersiz mi oldu? Elbette ki, hayır! Demek her emrin hüküm ifade etmesi için, yazıya hemen alınması gerekmez! Üstelik Hz. Ebubekir, Ebu Hüreyre, Abdullah ibni Abbas, Abdullah bin Amr ibni As (r.anhum) gibi birçok sahabi hadisleri daha Peygamberimizin zamanında yazıyorlardı. Zaten Kuran da Hz. Ebubekir (ra) zamanında toplanmadı mı? Kuran'ı inkar mı etmeliyiz? (K)
Dipnot:
1. Mesela, Maide 5/68`de "Ey Ehl-i Kitab! Siz Tevrat’a, İncil’e ve Rabbinizden size indirilen Kur’ana uymadıkça, doğru yol üzerinde değilsiniz" beyanı vardır. Peki Kuran indirilmeden önce ayetteki Kuran kelimesi olamayacağından, Kuran (İslam) gelinceye kadar geçerli kitap İncil idi.
2. Bakara, 2/62`ye de bakılabilir.
Hadis Yazan Sahabeler
1 - Abdullah İbnu Amr İbni’l-As’ın Sahîfe-i Sâdıka’sı: Abdullah İbnu Amr İbni’l-As hadîs yazan sahâbelerin başında gelir. Yazdığı mecmûaya “Sahîfe-i Sâdıka” demiştir
2 - Ebu Hüreyre’nin Sahife-i Sahîha’sı: Bazı rivâyetler Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)’nin, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tan işittiği hadîslerini yazdığını ifâde etmektedir. Bu sahifenin ismi Sahife-i Sahîha’dır.
3 - Hz. Ali’nin Sahîfesi:Sahâbeler tarafından hadîslerin yazılmış olduğuna en muknî delillerden biri budur. Başta Buharî ve Müslim’in sahîhleri olmak üzere en muteber kitaplarda gelen muhtelif rivâyetler Hz. Ali (radıyallahu anh)’nin kılıcının kabzasına asmış olarak beraberinde taşıdığı yazılı bir tomardan bahseder.
4 - Câbir İbnu Abdillah Sahîfesi:Zehebî, bu sahîfenin menâsik-i hacc üzerine olduğunu zikreder.
5 - Enes İbnu Malik’in Sahifesi:Bağdâdî’nin Takyîdu’l-İlm’de kaydettiği bir rivâyete göre, Enes (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tan bütün işittiklerini yazmış ve sonra da Resûlullah ‘a arzetmiştir.
6 - Abdullah İbnu Abbâs’ın Sahîfeleri:İbnu Abbâs (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın vefatında yaşça küçük idi. Ancak ilim ve bilhassa hadîs hususunda büyük bir aşk sahibi idi. Beraberinde yazı levhaları olduğu halde ilim meclislerinde dolaşır hadisleri yazardı. İbnu Abbâs, hadîs alabileceği zatları da birer birer ziyaret edip, sorar ve onlardan da yazardı. Vefat ettiği zaman bir deve yükü kitap bıraktığı tevâtüren rivâyet edilmiştir. Onun bu kitapları elden ele dolaşmıştır. Bunlardan başka Sa’d İbnu Ubâde el-Ensârî, Abdullah İbnu Ömer, Abdurrahman İbnu Ebî Evfa, Mugire İbnu Şu’be, Abdullah İbnu Mes’ud (radıyallahu anhüm ecmain) gibi daha bir kısım sahâbenin hadîsleri yazdıklarına dair rivâyetler mevcuttur
İslam dini gelinceye kadar geçerli din Hristiyanlık idi. Hz. İsa ile Hz. Muhammed (asm) arasındaki 600 sene içerisinde -Kuranın da ifadesiyle- İncille amel edenler kurtuluyorlardı. Peki, en erken İncil ne zaman yazıya alındı? En az Hz. İsadan 70 sene sonra. Peki, İncil yazıya -en az- 70 sene sonra alındı diye, İslama kadar gelmiş insanlar dinsiz mi olmalıydı? Veya İslama kadar yaşamış Ehl-i Kitabın kurtulduğunu söyleyen ayetler, (1) İncilin yazıya geç alınması sebebiyle geçersiz mi oldu? Elbette ki, hayır! Demek her emrin hüküm ifade etmesi için, yazıya hemen alınması gerekmez! Üstelik Hz. Ebubekir, Ebu Hüreyre, Abdullah ibni Abbas, Abdullah bin Amr ibni As (r.anhum) gibi birçok sahabi hadisleri daha Peygamberimizin zamanında yazıyorlardı. Zaten Kuran da Hz. Ebubekir (ra) zamanında toplanmadı mı? Kuran'ı inkar mı etmeliyiz? (K)
Dipnot:
1. Mesela, Maide 5/68`de "Ey Ehl-i Kitab! Siz Tevrat’a, İncil’e ve Rabbinizden size indirilen Kur’ana uymadıkça, doğru yol üzerinde değilsiniz" beyanı vardır. Peki Kuran indirilmeden önce ayetteki Kuran kelimesi olamayacağından, Kuran (İslam) gelinceye kadar geçerli kitap İncil idi.
2. Bakara, 2/62`ye de bakılabilir.
Hadis Yazan Sahabeler
1 - Abdullah İbnu Amr İbni’l-As’ın Sahîfe-i Sâdıka’sı: Abdullah İbnu Amr İbni’l-As hadîs yazan sahâbelerin başında gelir. Yazdığı mecmûaya “Sahîfe-i Sâdıka” demiştir
2 - Ebu Hüreyre’nin Sahife-i Sahîha’sı: Bazı rivâyetler Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)’nin, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tan işittiği hadîslerini yazdığını ifâde etmektedir. Bu sahifenin ismi Sahife-i Sahîha’dır.
3 - Hz. Ali’nin Sahîfesi:Sahâbeler tarafından hadîslerin yazılmış olduğuna en muknî delillerden biri budur. Başta Buharî ve Müslim’in sahîhleri olmak üzere en muteber kitaplarda gelen muhtelif rivâyetler Hz. Ali (radıyallahu anh)’nin kılıcının kabzasına asmış olarak beraberinde taşıdığı yazılı bir tomardan bahseder.
4 - Câbir İbnu Abdillah Sahîfesi:Zehebî, bu sahîfenin menâsik-i hacc üzerine olduğunu zikreder.
5 - Enes İbnu Malik’in Sahifesi:Bağdâdî’nin Takyîdu’l-İlm’de kaydettiği bir rivâyete göre, Enes (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tan bütün işittiklerini yazmış ve sonra da Resûlullah ‘a arzetmiştir.
6 - Abdullah İbnu Abbâs’ın Sahîfeleri:İbnu Abbâs (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın vefatında yaşça küçük idi. Ancak ilim ve bilhassa hadîs hususunda büyük bir aşk sahibi idi. Beraberinde yazı levhaları olduğu halde ilim meclislerinde dolaşır hadisleri yazardı. İbnu Abbâs, hadîs alabileceği zatları da birer birer ziyaret edip, sorar ve onlardan da yazardı. Vefat ettiği zaman bir deve yükü kitap bıraktığı tevâtüren rivâyet edilmiştir. Onun bu kitapları elden ele dolaşmıştır. Bunlardan başka Sa’d İbnu Ubâde el-Ensârî, Abdullah İbnu Ömer, Abdurrahman İbnu Ebî Evfa, Mugire İbnu Şu’be, Abdullah İbnu Mes’ud (radıyallahu anhüm ecmain) gibi daha bir kısım sahâbenin hadîsleri yazdıklarına dair rivâyetler mevcuttur
Kütüb-i Sitte Editörü:
"Birinin "haram" dediğine, diğeri "helal" diyor. AZ BİR FARK BU MU?" sorusu hadisçiler hakkında değil, mezhep imamları
hakkında söylenmiş bir sözdür. Bu yüzden bu konu hakkında kısa yazacağım.
İsteyenler, buraya tıklayarak bir mezhepe tabi olmanın gerekli olduğunun 2 x 2 = 4 katiyetinde
isbatına bakabilirler.
Önce şunu söyleyeyim. Hakkında açık (yani iki şekilde anlaşılamayan) ayet ve
hadis olan konularda mezhepler aynı görüştedirler.
“Hak bir olur; nasıl böyle dört mezhebin ayrı ayrı, bazen birbirine zıt hükümleri hak olabilir?” Bu soruya Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri özetle şu cevabı verir: “Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre beş hüküm alır. Önemli miktarda su kaybeden bir hastaya su içmesi vaciptir, şarttır. Yeni ameliyattan çıkmış bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir hastaya kısmen zararlıdır; su içmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine de ne zarardır ne de menfaattır. Tıbben ona mübahtır afiyetle içsin..." "İşte burada hak taaddüt etti, birden fazla oldu. Beşi de haktır. 'Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur.' denilebilir mi?" İşte bunun gibi İlahi hükümler mezheplere uyanlara göre değişir. Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur, maslahat olur. Birbirinden farklı gibi görünen mezheplerdeki teferruat meselelerinin hangisini ele alsak, imamların dayandıkları noktaların hak ve hakikat olduğunu görebiliriz. Bu hususta İmam Şarani Hazretleri “Mizan” isimli bir eser yazmış, mezhep imamları arasında bir mukayese yaparak hangi hükmü nasıl anladıklarını ortaya koymuştur. Bir misal: Mezhep imamları İslami meselelerde değil, uygulanış tarzında kendilerine göre haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. Mesela abdest alırken başa meshetmekte bütün imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında ihtilaf etmişlerdir. Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin, “Başınıza meshediniz.” emri “bi ruusikum” ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan Arapça’da çeşitli kelimelerin başına gelen "b" harfi, bazen “güzelleştirmek”, bazan “bazı” manasını vermek, bazen de “bitiştirmek” manasını vermek için gelir. Abdest ayetinin “ruusiküm” kelimesinin başına gelen "b" harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar ve bundan farklı bir uygulama ortaya çıkmıştır. Bunun içindir ki İmam-ı Malik Hazretleri: “Başa meshederken, başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki ‘b’ harfi kelimeyi güzelleştirmek için gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur.” der. İmam-ı Ebu Hanife Hazretleri ise: “Bu ‘b’ bazı manasına gelen ‘b’dir. Başın bir kısmı meshedilse kafi gelir.” der. İmam-ı Şafii Hazretleri ise: “Bu ‘b’ bitişmek manasına gelen ‘b’ dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkaç kıla değmesi kifayet eder, mesh tamam olur.” der. Hâl böyle olunca mezhep imamlarının her birinin hak yolda oldukları, teferruattaki ayrılık gibi görünen hükümlerin bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar ve kötü maksatlı olanların iddialarını havada bırakır... (Prof.Dr. Alaaddin Başar)
“Hak bir olur; nasıl böyle dört mezhebin ayrı ayrı, bazen birbirine zıt hükümleri hak olabilir?” Bu soruya Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri özetle şu cevabı verir: “Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre beş hüküm alır. Önemli miktarda su kaybeden bir hastaya su içmesi vaciptir, şarttır. Yeni ameliyattan çıkmış bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir hastaya kısmen zararlıdır; su içmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine de ne zarardır ne de menfaattır. Tıbben ona mübahtır afiyetle içsin..." "İşte burada hak taaddüt etti, birden fazla oldu. Beşi de haktır. 'Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur.' denilebilir mi?" İşte bunun gibi İlahi hükümler mezheplere uyanlara göre değişir. Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur, maslahat olur. Birbirinden farklı gibi görünen mezheplerdeki teferruat meselelerinin hangisini ele alsak, imamların dayandıkları noktaların hak ve hakikat olduğunu görebiliriz. Bu hususta İmam Şarani Hazretleri “Mizan” isimli bir eser yazmış, mezhep imamları arasında bir mukayese yaparak hangi hükmü nasıl anladıklarını ortaya koymuştur. Bir misal: Mezhep imamları İslami meselelerde değil, uygulanış tarzında kendilerine göre haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. Mesela abdest alırken başa meshetmekte bütün imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında ihtilaf etmişlerdir. Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin, “Başınıza meshediniz.” emri “bi ruusikum” ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan Arapça’da çeşitli kelimelerin başına gelen "b" harfi, bazen “güzelleştirmek”, bazan “bazı” manasını vermek, bazen de “bitiştirmek” manasını vermek için gelir. Abdest ayetinin “ruusiküm” kelimesinin başına gelen "b" harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar ve bundan farklı bir uygulama ortaya çıkmıştır. Bunun içindir ki İmam-ı Malik Hazretleri: “Başa meshederken, başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki ‘b’ harfi kelimeyi güzelleştirmek için gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur.” der. İmam-ı Ebu Hanife Hazretleri ise: “Bu ‘b’ bazı manasına gelen ‘b’dir. Başın bir kısmı meshedilse kafi gelir.” der. İmam-ı Şafii Hazretleri ise: “Bu ‘b’ bitişmek manasına gelen ‘b’ dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkaç kıla değmesi kifayet eder, mesh tamam olur.” der. Hâl böyle olunca mezhep imamlarının her birinin hak yolda oldukları, teferruattaki ayrılık gibi görünen hükümlerin bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar ve kötü maksatlı olanların iddialarını havada bırakır... (Prof.Dr. Alaaddin Başar)
Cübbesiz Mahmut:
Toplam kaç tane sağlam hadis var?
Kutub-i Sitte Editörü:
Aynı konuyu tartışmıştık. Yeniden açmanın manası yok. Şöyle bir örnek
verelim:
Susuzluktan ölmek üzere iken bir göl bulduk diyelim.
1. Gölün suyunun tatlı olduğuna emin olduk.
2. Gölün içinde tehlikeli bir şeyin olmadığını öğrendik.
Demek, su tatlı ise, ve içinde zararlı bir şey yok ise, suyu güzelce kullanabilir, tüketebiliriz. Gölde kaç litre suyun olduğunu araştırmaya gerek yoktur. Yani, suyu kullanabilmemiz için göldeki suyun ne kadar olduğunun bir önemi de yok!
Aynı şekilde göldeki su misali, -tabiri caizse- "hadisin suyu tatlı ise" (yani senedinde bir problem yok ise, senedi sağlam ise) ve "hadis suyunun içinde zararlı bir şey yok ise" (yani metinde bir problem yok ise, metin şaz değil ise) "hadis deryasında kaç litre su olduğu" (yani hadislerin sayı) önemli değildir. Hadisler farklı muhaddisler tarafından toplandığı için sahih, hasen, zayıf gibi tasniflerde sayıların farklı olması tabiidir.
Susuzluktan ölmek üzere iken bir göl bulduk diyelim.
1. Gölün suyunun tatlı olduğuna emin olduk.
2. Gölün içinde tehlikeli bir şeyin olmadığını öğrendik.
Demek, su tatlı ise, ve içinde zararlı bir şey yok ise, suyu güzelce kullanabilir, tüketebiliriz. Gölde kaç litre suyun olduğunu araştırmaya gerek yoktur. Yani, suyu kullanabilmemiz için göldeki suyun ne kadar olduğunun bir önemi de yok!
Aynı şekilde göldeki su misali, -tabiri caizse- "hadisin suyu tatlı ise" (yani senedinde bir problem yok ise, senedi sağlam ise) ve "hadis suyunun içinde zararlı bir şey yok ise" (yani metinde bir problem yok ise, metin şaz değil ise) "hadis deryasında kaç litre su olduğu" (yani hadislerin sayı) önemli değildir. Hadisler farklı muhaddisler tarafından toplandığı için sahih, hasen, zayıf gibi tasniflerde sayıların farklı olması tabiidir.
Cübbesiz Mahmut:
Yani, sayısı belli değil. Kaç tane hadis alimi var? Göl sayısı da belli değil. Kaç tane hadis kitabı var?
Kutub-i Sitte Editörü:
Sayı önemli mi kardeşim? Ayetlerin sayısı belli mi ki? Kaç tane mushaf-ı
şerif var?
Cübbesiz Mahmut:
6236
Kutub-i Sitte Editörü:
Bu, size göre.
Cübbesiz Mahmut:
Numaralı besmele dahil 6348, numarasız besmele dahil. Bütün dünya böyle, aksini ispat edin.
Kutub-i Sitte Editörü:
Kuran, surelerin başındaki besmeleleri ayrı bir ayet saymama kaydı ile 6236 ayetten oluşur. Ayetlerin sayısını İbn-i Abbas 6616, Nafi 6217, Şeybe 6214, Mısır âlimleri 6226, Zemahşeri ise 6666 olduğunu ifade ederler.
Cübbesiz Mahmut:
Hikaye, bir tanesine ulaşın. Bunların hepsi hadis. Bu Kuranlaran bir tanesini gösterin. İdianiz büyük, buyrun, bana bir Kuran gösterin. Bu yazdıklarınızdan bir tanesini ispat edin. "Zemahseri demişti..." Hani nerede?
Kutub-i Sitte Editörü:
Tamam. Modern "alim"ler (!) üzerinden gidelim.
Edip Yüksel: 6234+112= 6346
Mehmet Okuyan : 6236+112=6348
Tekhafızoğlu'na göre: 6236+113=6349.
Hesaplar aynı değil!
Mehmet Okuyan : 6236+112=6348
Tekhafızoğlu'na göre: 6236+113=6349.
Hesaplar aynı değil!
Cübbesiz Mahmut:
Hayır, konu bitmedi. Rivayetle ayetleri ispat edin. 6666'yı.
Kutub-i Sitte Editörü:
Edip Yüksel'in hesabına göre, sure başlarındaki besmeleler sayılmıyor, ama Fatihanınki sayıma katılıyor. Bu durumda sayı, numarasız besmeleleri çıktığında Bayındır'a göre 6236 ayet Edip'e göre 6346-112: 6234. (K)
Edip Yüksel'in hesabına göre, sure başlarındaki besmeleler sayılmıyor, ama Fatihanınki sayıma katılıyor. Bu durumda sayı, numarasız besmeleleri çıktığında Bayındır'a göre 6236 ayet Edip'e göre 6346-112: 6234. (K)
Cübbesiz Mahmut:
Sizin savunduğunuz Kuranları
bulalım. Buyrun...
Kutub-i Sitte Editörü:
Edip, Tevbe suresinin son iki ayetini eksilttiğinden hesapları karıştırıyor:
Edip, Tevbe suresinin son iki ayetini eksilttiğinden hesapları karıştırıyor:
6346 -112=6234 ile Mehmed okuyan'ın 6236'sındaki 2 fark tevbe suresi son iki
ayeti..Bununla beraber her ikisi de Besmeleyi Fatihanın ilk ayetinden
sayıyor..Bu yüzden her ikisinde de toplama katılan veya katılmayan Fatiha
sayısı 112 olarak verilmiş.
Hanefilere göre sure başlarındaki Besmelenin Kurandan olmadığını unutmayalım...
Hanefilere göre sure başlarındaki Besmelenin Kurandan olmadığını unutmayalım...
Cübbesiz Mahmut:
Kuran nerede?
Kutub-i Sitte Editörü:
6666 diyenler, kesin sayı veremediğinden takribi sayı vermişler.
6666 diyenler, kesin sayı veremediğinden takribi sayı vermişler.
Cübbesiz Mahmut:
Kesin sayı veremedi. Öyle mi? Muallak tabiri sayı. Sureler de tabiri mi? Cüz tabiri mi?
Kutub-i Sitte Editörü:
Kutub-i Sitte Editörü:
6666 diyenler, kesin sayı veremediğinden takribi sayı vermişler. Kesin sayı
verdiğini iddia edenler ise (Prof. Mehmet Okuyan, Edip Yüksel, Tekhafızoğlu)
ihtilaf etmişler. Bana "Zemahşerinin Kuranı nerede?" derseniz, ben de
size "Prof. Mehmet Okuyan, Edip Yüksel, Tekhafızoğlu'nun mushafları farklı
mı?" diye sorarım. Lüzumsuz
mugalataya gerek yok.
Cübbesiz Mahmut:
Biz, Kütüb-i Sitte'yi konuşalım.
Kutub-i Sitte Editörü:
Eyvallah. Bu
konuda anlaştık. Ayetlere bile kesin sayı veremeyeceğinizi, dolayısıyla
hadislerin sayı neden belli değil, diye soramayacağınızı anlatmaya çalıştım. Ayetlere
kesin sayı vermek isteseniz, Prof. Mehmet Okuyan, Edip Yüksel, Tekhafızoğlu
gibi ihtilafa düşersiniz...
Cübbesiz Mahmut:
Konuyu, Okuyanla, Ediple değiştirmeyin.
Kutub-i Sitte Editörü:
Siz de Zemahşeri ile, Nafi ile değişmeyin!
Cübbesiz Mahmut:
Rivayetle bir iddianız var. "Kuran ayetleri farklı". Yazdığınız Kuranlar, bana göre hadis. Sizce değilse, o Kuranlardan birini bulun, ben de mahçup olayım. Hani farklı ayetlerde Kuranlar
vardı? Yazınca olmaz. İspat lazım!
Kutub-i Sitte Editörü:
Kutub-i Sitte Editörü:
Ben Kuranın içeriği farklı demedim ki. Bu ihtilaf sadece numaralandırma
hususundadır. TÜM MUSHAFLARDA İÇERİK AYNI. İsterseniz bulunan en eski nüshaya
bakın...
Cübbesiz Mahmut:
Yoksa, açık kalan kapıdan giren
keçi mi yedi? Bana, o Kuranlardan birini gösterin.
Kutub-i Sitte Editörü:
Kutub-i Sitte Editörü:
Zaten Prof. Mehmet Okuyan, Edip Yüksel, Tekhafızoğlu da numaralandırma
konusunda ihtilaf etmişler. (Edip bey ayrı konu. O, iki ayeti inkar ediyor.)
Cübbesiz Mahmut:
Bana ne.
Şu an evimizde yok malesef. Müzelerde bulabilirsiniz.
Cübbesiz Mahmut:
Cübbesiz Mahmut:
Ben de, sizi müzelere yollarım
birkaç gün sonra. Demek ki, şu an o Kuranlardan kalmadı. İyi, bu da bir gelişme.
Kutub-i Sitte Editörü:
"Biz, Kütüb-i Sitte'yi konuşalım" dediniz, hala ayet sayısı konuşuyorsunuz.
GERÇEK ŞU Kİ, ÖNEMLİ OLAN SAYI DEĞİL İÇERİKTİR. HEM AYET İÇİN, HEM HADİS İÇİN.
En makul cevabın bu olduğu kanaatindeyim.
Cübbesiz Mahmut:
Önemli olan
içeriktir. İnşallah, unutmayız.
İlk meselemiz olarak "hadis ayeti nesheder mi?" konusunu (ve aynı zamanda: ayetlerdeki "Rasul"ün anlamı nedir?, Rivayet ile din olur mu?, Hadisler çelişir mi?, Hadisler kaç tanedir?, Neden bir mezhepte haram olan ötekinde helal olabiliyor ve her ikisi nasıl doğru olabiliyor? konularını) tartışdık.
Geriye kaldı 2. mesele ve 3. mesele. Besmele konusunun cevabını heryerde bulabilirsiniz. Dilerseniz 2. mesele olarak başka konuyu tartışalım, 3. mesele olarak da diğer bir konuyu. (İsterseniz besmeleyi tartışalım. Benim için farketmez.)
Ama haftalarca tartışamayacağımdan 2. mesele olarak neyi tartışalım, onu belirtin.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Sizinle, yaklaşık 3 mesele tartışmak ve bir tane de kendim soru sorarak
bitirmek istiyordum. İlk meselemiz olarak "hadis ayeti nesheder mi?" konusunu (ve aynı zamanda: ayetlerdeki "Rasul"ün anlamı nedir?, Rivayet ile din olur mu?, Hadisler çelişir mi?, Hadisler kaç tanedir?, Neden bir mezhepte haram olan ötekinde helal olabiliyor ve her ikisi nasıl doğru olabiliyor? konularını) tartışdık.
Geriye kaldı 2. mesele ve 3. mesele. Besmele konusunun cevabını heryerde bulabilirsiniz. Dilerseniz 2. mesele olarak başka konuyu tartışalım, 3. mesele olarak da diğer bir konuyu. (İsterseniz besmeleyi tartışalım. Benim için farketmez.)
Ama haftalarca tartışamayacağımdan 2. mesele olarak neyi tartışalım, onu belirtin.
Ve şu konuda görüşünüzü alayım: Ben bu tartışmayı yayınlarken, hiçbir
şekilde tahrifat yapmayacağım. Ama bazı özel yazışmaları (mesela: görüşürüz,
selamlar, yemek molası, şarjım bitiyor, gibi) silmek istiyorum. Bu tür konuyla alakası olmayan mesajları
silebilir miyim?
Cübbesiz Mahmut:
Tabii ki, sormaya gerek yok kardeşim. Seviyeniz için teşekkür ederim.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Bir de, bu tartışma ile alakalı videonuzun başında şunları söyler misiniz:
"Tartışan kişi dedi ki, yazdığı mesajlarda Ravza-i Mutahhara YouTube
kanalından, sorularlaislamiyet.com sitesinden ve ehlisunnetinanci.com
sitesinden alıntılar yapmıştır. Lakin sözlerinin büyük kısmı kendine aittir.
Dedi ki, istemeden yapığı hatalar varsa, yularıda alıntı yaptığı kaynaklar bu
hatalardan dolayı mesuliyet taşımıyor."
Yani sorularınızı cevaplarken -bazen- Ravza-i Mutahhara YouTube kanalından
(ve o kardeşimizin sitesinden), sorularlaislamiyet.com sitesinden ve
ehlisunnetinanci.com sitesinden alıntılar yapsam da, esasen Ehli Sünnet
konusunda kendi bildiklerimi yazdım.
EĞER HATALI GÖRÜŞ BELİRTTİYSEM, BU HATA YUKARIDAKİ KAYNAKLARA DEĞİL, BANA AİTTİR. Benim hatamdan dolayı Ehli Sünnet kınanamaz. (Ama hatalı birşey yazdığımı da sanmıyorum. Gözden kaçanı belki vardır.)
EĞER HATALI GÖRÜŞ BELİRTTİYSEM, BU HATA YUKARIDAKİ KAYNAKLARA DEĞİL, BANA AİTTİR. Benim hatamdan dolayı Ehli Sünnet kınanamaz. (Ama hatalı birşey yazdığımı da sanmıyorum. Gözden kaçanı belki vardır.)
Devam ediyoruz...
2. mesele olarak hangi konuyu tartışıyoruz? Herhangi bir hadis mi, yoksa başka müstakil bir konu mu?
2. mesele olarak hangi konuyu tartışıyoruz? Herhangi bir hadis mi, yoksa başka müstakil bir konu mu?
Cübbesiz Mahmut:
Bu konulara mecburen tekrar ara sıra döneceğiz. Nasıl
olsa acelemiz yok!
Benim de kaynaklarım var. Aynı şart benim için de geçerli. Siz de, aynı şekilde yazarsınız.
Cübbesiz Mahmut:
Biz, temelden
başlayalım.
Kuranda "HADİS" geçen yerler:
2. Dogru iseler, haydi onun gibi bir hadis getirsinler. (Tur, 52/34)
3. Gerçekten akıl sahipleri için onların kıssalarında bir ibret vardır. Bu kadar uydurulabilir bir hadis değildir. Ancak o kendinden öncekileri onaylayıp doğrulayan, herşeyi açıklayan, iman edecek bir toplum için bir rehber ve rahmettir. (Yusuf, 12/111)
4. İnsanlarin kimisi, herhangi bir bilgiye dayanmaksızın Allah yolundan saptırmak ve Allah'ın ayetlerini eğlence edinmek için asılsız hadis satın alır. İşte bunlar için alçaltıcı bir azap vardır. (Lokman, 31/6)
5. Onlar
göklerin ve yerin egemenliğini Allah'ın yarattığı herhangi bir şeyi gerçekten
ecellerinin yaklaşmış olma ihtimalini düşünmezler mi? O halde iman
etmedikten sonra, hangi hadise inanırlar? (Araf, 7/185)
Cübbesiz Mahmut:
Kuranda "hadis" bu. Olumlu olarak Kuran için geçer: "Ahsenel hadis" güzel söz.
Sizden ayetleri tefsir yerine savunduğunuz. "HADİS-İ ŞERİF" kelimesini Kuran'da
göstermenizi istiyorum.
Maalesef herkesin bildiği gerekçesi ile "Rahman" ve "Rahim" kelimeleri meallere aynen geçer. Fakat nedendir, bilinmez, "hadis" yazan yerler "söz" diye çevriliyor. Neden? "Hadis", bilinmeyen bir kelime mi? Ya da şöyle sorayım: "Söz" Arapça başka kelime olarak da geçmiyor mu? "Kavl" gibi? Hayırlı sabahlar!
Kütüb-i Sitte Editörü:
Peki, 2. konumuz bu olsun. Bunu, elbette, konuşacağız. Siz 3. ve son konunun ne olacağını şimdiden düşünün. Sonda da ben bir soru soracağım, tartışma bitecek inşallah...
Evet, bu sorunuzu da örnekler üzerinden cevaplama metodu ile cevaplamanın daha uygun olacağını düşünüyorum.
Maalesef herkesin bildiği gerekçesi ile "Rahman" ve "Rahim" kelimeleri meallere aynen geçer. Fakat nedendir, bilinmez, "hadis" yazan yerler "söz" diye çevriliyor. Neden? "Hadis", bilinmeyen bir kelime mi? Ya da şöyle sorayım: "Söz" Arapça başka kelime olarak da geçmiyor mu? "Kavl" gibi? Hayırlı sabahlar!
Kütüb-i Sitte Editörü:
Peki, 2. konumuz bu olsun. Bunu, elbette, konuşacağız. Siz 3. ve son konunun ne olacağını şimdiden düşünün. Sonda da ben bir soru soracağım, tartışma bitecek inşallah...
Evet, bu sorunuzu da örnekler üzerinden cevaplama metodu ile cevaplamanın daha uygun olacağını düşünüyorum.
Söz arapçada sizin de belirttiğiniz gibi "قَوْل" ve
"كَلَام"
olarak geçiyor. (En azından ben böyle biliyorum).
Ayrıca, "hadis" kelimesi Arapçada, sadece "söz" anlamında
kullanılmaz. Bu kelimenin "eski"nin zıddı "yeni" anlamı, "haber" anlamı da vardır.
İstilahi (terminolojik) anlamda ise, Hz. Peygamber (asm)'ın sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beşerî vasıflarındarı oluşan sünnetinin söz veya yazı ile ifade edilmiş şekli olarak kullanılır.
İstilahi (terminolojik) anlamda ise, Hz. Peygamber (asm)'ın sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beşerî vasıflarındarı oluşan sünnetinin söz veya yazı ile ifade edilmiş şekli olarak kullanılır.
Hadis kelimesi Kuranda birçok ayette geçmektedir. Lakin, hiçbirinde
ISTILAHİ anlamda -yani bildiimiz sünnet anlamında- geçmemektedir.
Genelde hepsinde aynı anlamda olduğu için, Casiye suresi 6. ayet üzerinden
konuşalım:
Hadis kelimesinin olumsuz kullanıldığı diğer ayetlerde olduğu gibi, “Allah’tan ve ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanıyorlar." (Casiye, 45/6) mealindeki ayette de aynı şey söz konusudur. Zaten ayetin akışı, gelişi de buradaki “hadis” kelimesinin söz anlamının dışında bir manaya imkân vermez. Çünkü bir önceki ayetin meali şöyledir:
“Gece ve gündüzün peş peşe gelip müddetlerinin uzayıp kısalmasında, Allah’ın gökten bir rızık, yani yağmur indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde, akıllarını kullanıp düşünecek kimseler için Allah’ın kudretine ve hikmetine dair birçok deliller vardır.” (Casiye, 45/5)
Görüldüğü gibi, konu Allah’ın varlığı ve birliğine kevnî ayetlerle delil getirilmiştir. Ardından da konumuz olan ayete yer verilmiştir: “İşte (kâinatın yaratılışından ve daha başka pek çok hakikatten bahseden) bunlar / bu ayetler Allah’ın âyetleridir ki, gerçeğin ta kendisi olarak (Cebrail vasıtasıyla) sana okuyup beyan ediyoruz. Allah’a ve O’nun âyetlerine inanmadıktan sonra, onlar acaba daha hangi söze inanacaklar?”
Şayet -tüm aklımızı kenara koyarak- ayetteki "hadis" kelimesinin bildiğimiz "sünnet" anlamında kullanıldığını iddia edersek, o zaman ayetteki "...inanacaklar?" ibaresinde fail olarak işaret edilen "onlar"dan maksat, Peygamberin sözleri ile amel edenler olacaktır. Gelin, bir de "hadis" kelimesine "sünnet" anlamını verelim:
"Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın gökten rızık (sebebi olarak yağmur) indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır." (Casiye suresi, 5)
"İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık (Peygamberin sözleri ile de amel eden müslümanlar), Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra Hz. Peygamber (asm)'ın sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beşerî vasıflarındarı oluşan sünnetinin söz veya yazı ile ifade edilmiş hangi şekline inanacaklar?" (Casiye suresi, 6)
Böyle tercümeyi aklınız alıyor mu? Eğer buradaki "hadis"in "sünnet" anlamında kullanıldığını iddia ederseniz, hem böyle komik bir tercüme ile karşılaşırsınız, hem de Peygamberin sözleri ile amel edenlerin Allah’a ve O’nun âyetlerine inanmadıkları iftirasında bulunmuş olursunuz.
Hadis kelimesinin olumsuz kullanıldığı diğer ayetlerde olduğu gibi, “Allah’tan ve ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanıyorlar." (Casiye, 45/6) mealindeki ayette de aynı şey söz konusudur. Zaten ayetin akışı, gelişi de buradaki “hadis” kelimesinin söz anlamının dışında bir manaya imkân vermez. Çünkü bir önceki ayetin meali şöyledir:
“Gece ve gündüzün peş peşe gelip müddetlerinin uzayıp kısalmasında, Allah’ın gökten bir rızık, yani yağmur indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde, akıllarını kullanıp düşünecek kimseler için Allah’ın kudretine ve hikmetine dair birçok deliller vardır.” (Casiye, 45/5)
Görüldüğü gibi, konu Allah’ın varlığı ve birliğine kevnî ayetlerle delil getirilmiştir. Ardından da konumuz olan ayete yer verilmiştir: “İşte (kâinatın yaratılışından ve daha başka pek çok hakikatten bahseden) bunlar / bu ayetler Allah’ın âyetleridir ki, gerçeğin ta kendisi olarak (Cebrail vasıtasıyla) sana okuyup beyan ediyoruz. Allah’a ve O’nun âyetlerine inanmadıktan sonra, onlar acaba daha hangi söze inanacaklar?”
Şayet -tüm aklımızı kenara koyarak- ayetteki "hadis" kelimesinin bildiğimiz "sünnet" anlamında kullanıldığını iddia edersek, o zaman ayetteki "...inanacaklar?" ibaresinde fail olarak işaret edilen "onlar"dan maksat, Peygamberin sözleri ile amel edenler olacaktır. Gelin, bir de "hadis" kelimesine "sünnet" anlamını verelim:
"Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın gökten rızık (sebebi olarak yağmur) indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır." (Casiye suresi, 5)
"İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık (Peygamberin sözleri ile de amel eden müslümanlar), Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra Hz. Peygamber (asm)'ın sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beşerî vasıflarındarı oluşan sünnetinin söz veya yazı ile ifade edilmiş hangi şekline inanacaklar?" (Casiye suresi, 6)
Böyle tercümeyi aklınız alıyor mu? Eğer buradaki "hadis"in "sünnet" anlamında kullanıldığını iddia ederseniz, hem böyle komik bir tercüme ile karşılaşırsınız, hem de Peygamberin sözleri ile amel edenlerin Allah’a ve O’nun âyetlerine inanmadıkları iftirasında bulunmuş olursunuz.
Ayrıca her "hadis" kelimesini "sünnet" olarak
anlayamayacağımızın bir diğer de, şu ayetlerdir:
Mûsâ’nın hadisi sana geldi mi? (Naziat suresi, 15)
Bu ayette de "hadis" kelimesi geçiyor. Bunu "sünnet" olarak mı anlamalıyız?
Mûsâ’nın hadisi sana geldi mi? (Naziat suresi, 15)
Bu ayette de "hadis" kelimesi geçiyor. Bunu "sünnet" olarak mı anlamalıyız?
Cübbesiz Mahmut:
Henüz "sünnet" kelimesine gelmedik. O da aynı şekilde: "Sünnetül Muhammed" yok. "Sünnetullah" var. Hatayı hata
ile düzeltmek komik olur.
Ayet ne kadar net ama! Görmeyince insan, görmüyor. Aslında durum Maide suresi 13.ayet. Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Ayet ne kadar net ama! Görmeyince insan, görmüyor. Aslında durum Maide suresi 13.ayet. Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Mûsâ’nın hadisi sana ulaştı mı? (Taha suresi, 9) Burada da hadis geçiyor.
Cübbesiz Mahmut:
"Hadise" ile "hadis"i ayırın. Size dikkat tavsiye ederim. "Musanın olayı" DOGRUSU. "MUSANIN SÖZÜ" DEĞİL.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Orada aynı kelime geçiyor. Neden farklı anlam verdiniz? Vahiy mi alıyorsunuz?
Cübbesiz Mahmut:
O zaman
tekrar düzelterek diyelim: Bilinen manada Kuranda geçmediğini yazar mısınız? Eski Türkçe
kelimelerden uzak duralım, okuyan, anlasın.
Kütüb-i Sitte Editörü:
Bilinen manada Kuranda geçmiyor. Neresini göstermeliyim ki?
Cübbesiz Mahmut:
Kütüb-i Sitte'nin manası, Hadisin 6 kutbu. "Hadis" ne? Muhammed Peygamber'e isnad
edilen sözler. Kuranda bu manada hadis var mı? YOK!
Kütüb-i Sitte Editörü:
Anadilim türkçe olmadığı için neyin eski kelime olduğunu bilmiyorum,
kusura bakmayın.
Cübbesiz Mahmut:
Cübbesiz Mahmut:
Önemli değil, hatırlatırım. Şimdi
çıkıyorum, yarın devam ederiz, inşallah.
9 ŞUBAT 08:04
Bilinen manada Kuranda geçmiyorki Neresini göstereyim... İŞTE BU CEVAP
Maide 13 e muhatap olunan yer KELİMENİN MANASINI KAYDIRMAK Aslında kurana ait
bir terim olan ve ehlisünnet e göre bir ilim dalı olan vahyi metnu yani kuran
dışı vahiy olarak bile kabul edilen (KUTSİ HADİS) ALLAH KONUŞUYOR AMA VAHİY
DEĞİL) Ey Habibim sen olmasaydın kainatı yaratmazdım... İşte aslında bu kelime bu manada
kuranda kullanılmıyor... Teşekkür ederim
İkinci
kelime Sünnetül Muhammed Peygamber in uygulaması Bunu savunuyorsunuz
Sünnetullah Kuranda Allahın yasası Geçmişlerin yasası İbrahim in yasası Size
sorum basit Bu kelime Kuranda nerede Muhammed peygamber için kullanılıyor...
9 ŞUBAT 18:18
Kutub-i
Siz, Casiye
suresi 6. ayet gibi ayetleri yazdınız ve "hadis" kelimesinin Kuran
dışı anlamlarda kullanıldığı zamanlarda kötü anlam ifade ettiğini ve
mütercimlerin kasıtlı olarak bu kelimeyi "söz" olarak çevrdiğini
söylediniz. Size göre, "Rahman" (cc), "Rahim" (cc)
kelimeleri gibi, "hadis" kelimesi de çevirilmemeli, öyle
bırakılmalıdır. Hal böyle olup "hadis" kelimesi
"söz" olarak çevirilmediğinde de ayet -size göre- otomatik olarak
hadisleri yasaklayacak.
Hakikat bu
değilmi Allah bunu istemiyorum Bu Allah katından derler diyor sizin KUTSİ
hadislere dediğiniz gibi Kuran dışı vahiy Allah katından demiyormusunuz Tam
sizin dediğiniz
Kutub-i
Ben de,
hadis kelimesini her yerde "hadis" şeklinde çeviremeyeceğimizi, bizim
bildiğimiz anlamda TERİM OLARAK kullanılığını söyledim, Taha ve Naziat
surelerinden örnekler verdim: "İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Onları
sana gerçek olarak okuyoruz. Artık (Peygamberin sözleri ile de amel eden
müslümanlar), Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra Hz. Peygamber (asm)'ın
sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beşerî vasıflarındarı oluşan
sünnetinin söz veya yazı ile ifade edilmiş hangi şekline inanacaklar?"
(Casiye suresi, 6) Böyle tercümeyi aklınız alıyor mu? Eğer buradaki
"hadis"in "sünnet" anlamında kullanıldığını iddia
ederseniz, hem böyle komik bir tercüme ile karşılaşırsınız, hem de Peygamberin
sözleri ile amel edenlerin Allah’a ve O’nun âyetlerine inanmadıkları
iftirasında bulunmuş olursunuz.
Aynı şeyleri tekrarmi konuşalım
Parantezleri neden yazıyorsunuz ayet açık
Hadisten uzak dur Nerede hadisi Şerif
Kutub-i
Sonra siz -kendiniz bile bilmeden- soruyu değiştirdiniz: Önce, "Allah
Kuranda hadisleri yasaklıyor" algısını oluşturmak için, "hadis
kelimesini söz diye çeviremeyiz" demiştiniz. Bunun cevabını gayet açık
şekilde verdim. Sonra ise sorunuz, "hadislere inanmamız için Kuranda
"hadis-i şerif" anlamında geçmelidir" dediniz. Şimdi size bunu anlatmaya
çalışıyorum ki, SORUNUZ DEĞİŞTİ...
Neden manayı saklıyorsunuz
Sünnetül Muhammed nerede
Kutub-i
Bir dakika.
Sizin sorunuz şu mu: "hadislere inanmamız için Kuranda "hadis-i
şerif" anlamında geçmelidir"
Hayır Kuranda Muhammed
peygamber in vahiy olmayan sözlerindende Hesaba çekileceksiniz yazması lazım
KUTSİ hadislerden sorumluyuz değilmi Size, göre
Kutub-i
Vahiy olmayan sözlerinden
(mesela, "Aişe, bana su ver" gibi (radiyallahu anha)) neden hesaba
çekilelim?
Kudsi hadis ayrı bir şey, vahye dayanmadan kendi sözleri ayrı bir şey.
O zaman hesap vereceğiz
Inanmazsak dinden çıkma ihtimali yokmu
Kuran harici vahiy olan hadis varmı
Kutub-i
Dini hüküm ifade eden her hadis VAHİYDİR.
İnkar eden dinden çıkarmı
Lütfen dikkat
Kutub-i
Mütevatir olarak ulaşmışsa, inkarı küfre götürür.
Eski Türkçe yok
Kutub-i
Bu arapça ama. Hem de hadis
terminolojisinden.
Herkes anlasın Siyasetçiler gibi konuşmayın
Mutevatir
=Türkçesi Kayıp mi oldu
Kutub-i
Mütevatir demek, mesela 100 sahabe, "biz bunu Peygamberden
duyduk" diyor. 100 tabiun da, "biz bunu sahabeden duyduk" diyor.
(Radıyallahu anhum ecmain)
Küfre götürür yerine Neden
evet sağlam hadisi inkar dinden çıkartır demiyorsun
Hadi yazında sizden okuyalım
Kibarca değil Net yazın
Mutevatir küfre götürür
Çay mı içecekler küfre gidip
Namaz molası
Kutub-i
Neden yamayayım ki?! Sünneti/hadisleri prensip olarak inkâr eden dinden
çıkar. Mütevatir bir hadis yakin ifade ettiği için, ona iman etmek şart olup
inkârı küfrü gerektirir. Prensip olarak kabul ettikten sonra, ayrı ayrı
hadisleri değerlendirmedeki tutumuna bakılır. Eğer hadis otoritelerinin
sıhhatin kriterleri olarak kabul ettikleri şartlara sahip bir hadisi -delilsiz-
inkâr ederse, yine dinin dışına çıkar. Eğer bu ilmî kriterlere uymayan bir
rivayet olduğu için kabul etmezse, bunda bir sakınca yoktur.
Kutub-i
Yazım hatası olmuş,
"Neden yamayayım ki?!" yerine "Neden yazmayayım ki?!"
Ayrıca, "Dini hüküm ifade eden her hadis VAHİYDİR" dediğimde,
(her halde okuyacak kardeşlerimiz için) Lütfen
dikkat demiştiniz. Bu konuyu kendim uydurmuyorum. Kuran dışı vahiy olduğuna dair
delillerimiz var. Şimdi onları paylaşıyorum:
Kutub-i
Peygamber (sav) Efendimiz,
Mekke’de iken, Kâbe’yi önüne alarak Mescid-i Aksa`ya doğru namaz kılmakta idi.
(Celaleyn, s.25; Medarik, c.I, s.143) Fakat daha sonra Allah’ın Resulü
Medine’ye hicret edince Kabeyi önüne alma imkanı kalmadı ve on altı ay veya on
yedi ay Beyt-ül Makdise doğru namaz kıldı. (Celaleyn,s. 25, Medarik, c.
I,s.143) Peygamber Efendimiz ve müminler bu kadar bir süre Beyt-ül Makdise doğru
namaz kıldıktan sonra Cenab-ı Allah, müminlerin Kabe’ye doğru dönmeleri için
vahy göndermiştir. (Bakara Suresi 149-150)
Burada önemli olan ve irdelenmesi gereken bir husus vardır. Acaba Allah’ın Resulü dinde, keyfine göre hareket edebilir miydi? Şüphesiz ki buna verilecek cevap, hayır olacaktır.
“Eğer Muhammed bazı sözler uydurup bize iftira edecek olsaydı, onun şah damarını koparırdım. Sizden kimse de buna mani olamazdı. Şüphesiz o müttakiler için bir irşaddır.” (Hakka, 69/44-48)
Örneğin, yukarıda değindiğimiz kıble meselesinde Resulullah (sav), Allah Zülcelalden gelen emre göre namazında bir yöne doğru yöneliyordu. Medine’de Beyt-ül Makdise doğru on altı veya on yedi ay namaz kılmış, daha sonra gelen ayetlerle de Kabe’ye doğru yönelmiştir.
Kıbleyi belirleyen Resulullahın (sav) kendisi demek, O’nu ilah kabul edinme demektir. Oysa Resulullah (sav), heva ve hevesine değil, ancak Allah’ın kendisine vahyettiğiyle muamele olunmakla emrolunmuştur. (Maide 48-49)
O (sav) Mekke’de iken de Kabe’ye doğru namaz kılıyor, Medine’de hicret edince Beyt-ül Makdise doğru namaz kılıyor. Daha sonra gelen ayetlerle de Kabe’ye dönmesi emrediliyor.
Resulullahın (sav) Kabe’ye dönmesini emreden ayetler bellidir. Peki Beyt-ül Makdise dönmesini emreden vahiy nerededir? Kur-an’ın her hangi bir yerinde Allah (cc), Resulünün Beyt-ül Makdise doğru namaz kılmasını emretmiş değildir. O halde bu emir Resulullah’a (sav) hangi yolla gelmiş olabilir? Elbette ki, vahyi gayri metluv olan vahyin ikinci yoluyla. Demek ki, Resulullah (as) Kur-an’da mevcut olmayan veya mevcut olan mücmel ifadenin kapsamını, detaylarını nefsinden veya tecrübesinde değil, bizzat Allah Zülcelalden gayri metluv vahiyle almaktadır.
Hakikat bu iken, sünnet münkirlerinin, (daha genel bir ifadeyle vahyi gayri metluv münkirlerinin) bu hakikatler karşısında teslim olmalarını beklemiyoruz. Bilakis şahit olduğumuz vecihle, onlar güneşi balçıkla sıvama gibi teviller getireceklerdir. Mesela; onlar diyeceklerdir ki; “Allah’ın Resulü önceki ümmetlere veya kendi görüşüne uydu.” Yani onlar bu sözleriyle, Resulullahın Beyt-ül Makdise yönelmesinin Allah’u Tealadan gelmediğini anlatmak isteyeceklerdir. Bu, onların, dinde samimi olmadıklarının bir sonucudur. Onlar hak zahir olunca işittik ve itaat ettik diyenler değil, (Nur 51) ifsat etmelerine rağmen, “Biz ancak ıslah edicileriz” (Bakara 11) diyecek kadar nankör olmalarındandır.
Oysa bu kimseler, Resulullahın (sav) hiç bir haram ve helal koyamayacağını, eğer böyle bir şey kabul edilirse Allah’ın Resulünün, ilah kabul edinilmiş olacağını söyler ve bu sözleriyle de bütün ulemayı tenkit ederler. O halde bu kimseler söylesinler, Allah’ın Resulü tecrübesinden veya Allah’tan bir haber gelmeden aklınca önceki şeriata uyduğunu söylemekle acaba, Resulullahı ilah edinenler bizzat kendileri olmuyorlar mı? Biz diyoruz ki, bu emir Allah (cc)’ın emridir ve Resulullah da bu emre uymuştur.
Şu garipliğe bakın ki, Allah’tan başka ilah edinilmesin diye yola çıkan bu kimseler hem Allah’ın Resulünü ilah ediniyorlar, hem de Allah’ın dininde dilediği gibi irade buyurup vahyini gayri metluv olarak vahyetmesine karşı gelerek Allah’ın isteğine sınırlandırmalar getirebilecek bir yetkiyi kendilerinde görmekle kendi şahıslarını ilahlaştırıyorlar.
Oysa Cenab-ı Allah her bir ümmete ayrı bir şeriat vermiştir. (Maide 48) Resulullah (sav) kendi şeriatındaki hükmü bilmeden keyfince önceki bir dinin hükmüne göre meseleyi çözümleme yetkisine sahip değildir. Aksini iddia edenler, peygamberliğin vakasını takdir edemeyenlerdir.
Peygamber (sav) tecrübesine de dayanmıyordu. Eğer öyle şey olsaydı, Resulullah (sav) Kudüs’e değil, Kabe’ye doğru namaz kılardı. Çünkü, o zamanlarda, Mekke Arapları Kabe’yi kıble ediniyorlardı, Kudüs’ü değil. Namaz Medine’de değil, Mekke’de farz kılınmıştı. Resul (as) elbette ki kişilerin arzularına veya onların hatırları için Kabe’yi Kudüs’e döndürecek değildir. Hatta, uzak yerleşim bölgelerinde bir çok hacı adayları, o zaman, Kudüs’ü değil Kabe’yi tavaf ediyorlardı ve Mekke yönetimi bu kimseler için su ve yiyecek işlerini düzenleyen bakanlıklar kurmuşlardı. Kabe onlar için kutsaldı ve tecrübe söz konusu olsaydı, Resulullah (sav) Kabe’ye dönerdi, orasını kıble edinirdi.
Resulullah (as) namazda Kudüs’e yönelirken de bizzat Allah’a itaat ediyordu. Zira kendisine vahyedilenlerden hiç dışarı çıkmaz, vahy gelmeden bir mesele hakkında karar vermezdi. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“De ki: Ben ancak Rabbim den vahyolunana uyarım.” (Araf 203)
Vahyedilenden başkasına uymam diyen Resulullah’a (sav), hayır, uyabilirsin deyip de Kudüs’e dönmesini kendi arzu ve hevasına bağlayanlar hata etmişlerdir. Eğer Resulullah (sav) kendi heva ve hevesine uyduysa bu kıbleden, yani Beyt-ül Makdis kıblesinden memnun olması gerekirdi. Oysa Resulullah (sav) yahudilerin çıkardığı dedikodulardan dolayı kıbleyi, İbrahim’in (as) kıblesi olan Kabe’ye dönmeyi çok arzu ediyordu. Şöyle buyuruyor yüce Rabbimiz:
“(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara 144)
Bu ayetle, Resulullahın (as) Medine’de yöneldiği Beyt-ül Makdisten değil de, gönlünün Kabe’yi arzuladığı açıktır. Eğer Beyt-ül Makdise kendi isteğiyle dönmüş olsaydı, neydi onu Kabe’ye dönmekten men eden şey? Neden Beyt-ül Makdise kendi isteğiyle döndüğü gibi Kabe’ye de dönmüyordu?
Elbette ki Allah’ın emrini bekliyordu. O her iki yöne de Allah’ın emriyle dönmüştü. (http://belgelerlegercektarih.net)
Burada önemli olan ve irdelenmesi gereken bir husus vardır. Acaba Allah’ın Resulü dinde, keyfine göre hareket edebilir miydi? Şüphesiz ki buna verilecek cevap, hayır olacaktır.
“Eğer Muhammed bazı sözler uydurup bize iftira edecek olsaydı, onun şah damarını koparırdım. Sizden kimse de buna mani olamazdı. Şüphesiz o müttakiler için bir irşaddır.” (Hakka, 69/44-48)
Örneğin, yukarıda değindiğimiz kıble meselesinde Resulullah (sav), Allah Zülcelalden gelen emre göre namazında bir yöne doğru yöneliyordu. Medine’de Beyt-ül Makdise doğru on altı veya on yedi ay namaz kılmış, daha sonra gelen ayetlerle de Kabe’ye doğru yönelmiştir.
Kıbleyi belirleyen Resulullahın (sav) kendisi demek, O’nu ilah kabul edinme demektir. Oysa Resulullah (sav), heva ve hevesine değil, ancak Allah’ın kendisine vahyettiğiyle muamele olunmakla emrolunmuştur. (Maide 48-49)
O (sav) Mekke’de iken de Kabe’ye doğru namaz kılıyor, Medine’de hicret edince Beyt-ül Makdise doğru namaz kılıyor. Daha sonra gelen ayetlerle de Kabe’ye dönmesi emrediliyor.
Resulullahın (sav) Kabe’ye dönmesini emreden ayetler bellidir. Peki Beyt-ül Makdise dönmesini emreden vahiy nerededir? Kur-an’ın her hangi bir yerinde Allah (cc), Resulünün Beyt-ül Makdise doğru namaz kılmasını emretmiş değildir. O halde bu emir Resulullah’a (sav) hangi yolla gelmiş olabilir? Elbette ki, vahyi gayri metluv olan vahyin ikinci yoluyla. Demek ki, Resulullah (as) Kur-an’da mevcut olmayan veya mevcut olan mücmel ifadenin kapsamını, detaylarını nefsinden veya tecrübesinde değil, bizzat Allah Zülcelalden gayri metluv vahiyle almaktadır.
Hakikat bu iken, sünnet münkirlerinin, (daha genel bir ifadeyle vahyi gayri metluv münkirlerinin) bu hakikatler karşısında teslim olmalarını beklemiyoruz. Bilakis şahit olduğumuz vecihle, onlar güneşi balçıkla sıvama gibi teviller getireceklerdir. Mesela; onlar diyeceklerdir ki; “Allah’ın Resulü önceki ümmetlere veya kendi görüşüne uydu.” Yani onlar bu sözleriyle, Resulullahın Beyt-ül Makdise yönelmesinin Allah’u Tealadan gelmediğini anlatmak isteyeceklerdir. Bu, onların, dinde samimi olmadıklarının bir sonucudur. Onlar hak zahir olunca işittik ve itaat ettik diyenler değil, (Nur 51) ifsat etmelerine rağmen, “Biz ancak ıslah edicileriz” (Bakara 11) diyecek kadar nankör olmalarındandır.
Oysa bu kimseler, Resulullahın (sav) hiç bir haram ve helal koyamayacağını, eğer böyle bir şey kabul edilirse Allah’ın Resulünün, ilah kabul edinilmiş olacağını söyler ve bu sözleriyle de bütün ulemayı tenkit ederler. O halde bu kimseler söylesinler, Allah’ın Resulü tecrübesinden veya Allah’tan bir haber gelmeden aklınca önceki şeriata uyduğunu söylemekle acaba, Resulullahı ilah edinenler bizzat kendileri olmuyorlar mı? Biz diyoruz ki, bu emir Allah (cc)’ın emridir ve Resulullah da bu emre uymuştur.
Şu garipliğe bakın ki, Allah’tan başka ilah edinilmesin diye yola çıkan bu kimseler hem Allah’ın Resulünü ilah ediniyorlar, hem de Allah’ın dininde dilediği gibi irade buyurup vahyini gayri metluv olarak vahyetmesine karşı gelerek Allah’ın isteğine sınırlandırmalar getirebilecek bir yetkiyi kendilerinde görmekle kendi şahıslarını ilahlaştırıyorlar.
Oysa Cenab-ı Allah her bir ümmete ayrı bir şeriat vermiştir. (Maide 48) Resulullah (sav) kendi şeriatındaki hükmü bilmeden keyfince önceki bir dinin hükmüne göre meseleyi çözümleme yetkisine sahip değildir. Aksini iddia edenler, peygamberliğin vakasını takdir edemeyenlerdir.
Peygamber (sav) tecrübesine de dayanmıyordu. Eğer öyle şey olsaydı, Resulullah (sav) Kudüs’e değil, Kabe’ye doğru namaz kılardı. Çünkü, o zamanlarda, Mekke Arapları Kabe’yi kıble ediniyorlardı, Kudüs’ü değil. Namaz Medine’de değil, Mekke’de farz kılınmıştı. Resul (as) elbette ki kişilerin arzularına veya onların hatırları için Kabe’yi Kudüs’e döndürecek değildir. Hatta, uzak yerleşim bölgelerinde bir çok hacı adayları, o zaman, Kudüs’ü değil Kabe’yi tavaf ediyorlardı ve Mekke yönetimi bu kimseler için su ve yiyecek işlerini düzenleyen bakanlıklar kurmuşlardı. Kabe onlar için kutsaldı ve tecrübe söz konusu olsaydı, Resulullah (sav) Kabe’ye dönerdi, orasını kıble edinirdi.
Resulullah (as) namazda Kudüs’e yönelirken de bizzat Allah’a itaat ediyordu. Zira kendisine vahyedilenlerden hiç dışarı çıkmaz, vahy gelmeden bir mesele hakkında karar vermezdi. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“De ki: Ben ancak Rabbim den vahyolunana uyarım.” (Araf 203)
Vahyedilenden başkasına uymam diyen Resulullah’a (sav), hayır, uyabilirsin deyip de Kudüs’e dönmesini kendi arzu ve hevasına bağlayanlar hata etmişlerdir. Eğer Resulullah (sav) kendi heva ve hevesine uyduysa bu kıbleden, yani Beyt-ül Makdis kıblesinden memnun olması gerekirdi. Oysa Resulullah (sav) yahudilerin çıkardığı dedikodulardan dolayı kıbleyi, İbrahim’in (as) kıblesi olan Kabe’ye dönmeyi çok arzu ediyordu. Şöyle buyuruyor yüce Rabbimiz:
“(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara 144)
Bu ayetle, Resulullahın (as) Medine’de yöneldiği Beyt-ül Makdisten değil de, gönlünün Kabe’yi arzuladığı açıktır. Eğer Beyt-ül Makdise kendi isteğiyle dönmüş olsaydı, neydi onu Kabe’ye dönmekten men eden şey? Neden Beyt-ül Makdise kendi isteğiyle döndüğü gibi Kabe’ye de dönmüyordu?
Elbette ki Allah’ın emrini bekliyordu. O her iki yöne de Allah’ın emriyle dönmüştü. (http://belgelerlegercektarih.net)
Kutub-i
Kuran dışı vahiy olduğunun daha birçok delilleri vardır. Ben en basitini
paylaştım. Dolayısıyla: 1. Dini hüküm ifade eden ve MÜTEVATİR olarak ulaşan
hadisleri inkar etmek, VAHYİ İNKAR etmek olacağından, insanı KAFİR eder. 2. Bu
hadislerin vahiy olmayıp, HAŞA Peygamberin Allah adına uydurduğu sözler
olduğunu söyleyen kişi, Hakka suresi 44-48. ayetleri inkar edeceğinden, KAFİR
olur. 3. Birinci ve ikinci maddelerdekileri kafir olmamak için kabul etmeyip,
"iyi de bu mütevatirler de bize kadar doğru ulaşmadı" diyen kişi:
Allahın Rasulullaha itaati emreden ayetlerini 7. yüzyıla mahkum bıraktığı için
ve Kuranı da bize ulaştıran sahabeleri yalancılıkla suçlayarak KURANIN
KORUNMUŞLUĞU, EZBERLENMESİ DURUMUNU da şübhe altına aldığı için, imanı
tehlikeye girer.
Kutub-i
"Kuran dışı vahyin
olmadığının da sözde 6 delili"ni bulmuş bazı kişiler. Video olarak
yayınlanmış. Elhamdulillah, o videoya da cevap yazdım. Siteme girip aşağıda
olan "Tamamlanmış En Son Eser" kısmından izleyebilirsiniz.
https://goo.gl/mRpSj1 Buradan
okuyabilirsiniz...
Herhalde 2. meseleyi de bitirdiğimizi düşünüyorum. Bu konu hakkında ilave
sorunuz var mı?
9 ŞUBAT 20:51
Soru delillerin neticesi Dinden çıkanın akıbeti nedir hadisler bu konuda ne
diyor...
Bu yazıları okuyanlar Bir hüküm verecek Cevabınıza
dikkat edin...
Ayrıca
delilleriniz arasında henüz peygamberin konuşması olarak hadis bulamadık
herhalde... Şeriften vazgeçtim Çünkü hadis gecen yerlerin çoğunluğu şereften
yoksun...
Kutub-i
Kuran'da "hadis" kelimesinin geçmemesi, hadislerin yokluğuna mı
delildir sizce?
Yok Demekki geçmediğine göre bizi dinden çıkartır...
Hemen hadisleri kurana koyalim Kuranda geçmeyen bir manadan delil vererek
insanları dinden çıkarttınız Özrünüz kabahatten büyük Birde neticesini söyleyin
Cellat bekliyor
Dinden çıkanın hükmü nedir?
Kutub-i
Bel altına oynuyor, psikoloji oyunları yapıyorsunuz. Farkında mısınız?
Kutub-i
“İçinizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların
dünyaya ve âhirete yönelik tüm yaptıkları boşa gidecektir. Yaptıkları
iyiliklerin faydasını bu dünyada da, öte dünyada da göremeyeceklerdir. Onlar
cehennem halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır.”(Bakara, 2/217).
Kutub-i
Şüphesiz, Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah’a inanıp
peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, “(Peygamberlerin) kimine
inanırız, kimini inkâr ederiz” diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün)
arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap
hazırlamışızdır. (Nisa, 4/150-151).)
Ağırmı geldi
Deve sidigimi sorayım Sizde aslında o sidik değil dersiniz Kara köpekleri
öldürün Hadisini verdim Cevap Aslında kara köpek değil yırtıcı köpek İrin
hadisi verdim Yalayın demiyor Mesela diyor... Sadaka ömrü uzatır hadisi dedim
Aslında bereketmiș Sanki bereket İngilizce
Cevabı alayım dinden dönen hükmü KUTUBU SİDDE DE Nedir?
Kutub-i
Tartışma adabı yavaş yavaş ortadan kalkıyor Mahmut bey!
Tamam o zaman soruyu değiştireyim Bugün işler nasıldı
Orada yağmur varmı
Asıl sorulara daha gelmedik
Kutub-i
Tebliğ insanı ızdıraplıdır;
insanların doğru yoldan sapması, Allah'ın emirlerini çiğneyip O'na baş
kaldırması, tebliğ insanını tâ can evinden vurur. İrtidatlar, onu iki büklüm
eder ve tebliğ adına çaresiz kalıp eli kolu bağlandığı anlar, onu çileden
çıkarır ve ona hafakanlar yaşatır.
Kur’ân, Efendimiz (s.a.s)'e hitaben:
"Onlar îman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın." (Şuara, 26/3)
derken, Allah Resûlü'nün tebliğ adına çektiği ızdırabı ve bu ızdıraptan doğan ruh hâlini resmeder. Esasen ızdırabının keyfiyet ve durumuna göre bu ruh hâli, her tebliğ insanında vardır ve olması da gerekir.
İrtidat dinden dönme demektir. Buna göre mürted ise, daha önce inandığı bütün mukaddesâtı inkâr eden insandır. Ve bu insan bir bakıma Müslümanlara ihanet etmiştir. Bir kere ihanet eden, her zaman ihanet edebilir. Onun için de bazılarına göre "mürtedin hayat hakkı yoktur." Ancak fıkıh âlimlerinin sistematize ettiği şekle göre, mürted hangi meseleden dolayı irtidat ettiyse, evvelâ ona o mesele en ince teferruatına kadar anlatılıp izah edilecektir. Belli bir süre takibe alınarak, takıldığı hususlarda iknaya çalışılacaktır. Bütün bunların fayda vermediği zaman da artık o insan İslâm bünyesinde bir ur ve çıban başı olduğu tebeyyün edince de ona göre muamele yapılacaktır. (1)
Ne var ki, hiçbir mü'min, bir başkasının irtidadı karşısında alâkasız kalamaz. Zira İslâm'ın mürüvvet anlayışı buna manidir. Belki hâdiseyi duyan her mü'min, şuurundaki seviyeye göre böyle bir irtidat hâdisesi karşısında üzülür ve ızdırap duyar. Ama tebliğ adamının ızdırabı herkesten daha derindir. Çünkü insanların hidayeti, onun varlık gayesidir.
İşte Halid b. Velid (r.a)'in başından geçen bir hâdise karşısında Allah Resûlü (asm)'nün hâlet-i ruhiyesi. Hz. Halid, dinin irtidat mevzuundaki prensiplerini değerlendirmede acele davranıp bir infazda bulunur. Bu haber Allah Resûlü (asm)'ne ulaşınca çok üzülür ve ellerini kaldırarak:
"Allah'ım Halid'in yaptığından sana sığınırım."
diyerek Cenâb-ı Hakk'a ilticada bulunur. (2)
Allah Resûlü (asm)'nün bu hassasiyeti, etrafındakilerde de aynı şekilde ma'kes bulmuştur. Mesela Yemame'den dönen birisine, Hz. Ömer (r.a) ciddî bir şeyin olup olmadığını sorar. Gelen zât, ciddî ve önemli bir şeyin olmadığını, sadece içlerinden birinin irtidat ettiğini söyler. Hz. Ömer (r.a) heyecanla yerinden doğrulur ve, "Ona ne yaptınız?" diye sorar. Adam, "Öldürdük." deyince, Hz. Ömer (r.a) aynen Allah Resûlü (asm) gibi bir iç geçirir ve adama hitaben, "Onu bir yere hapsedip bir müddet bekletmeli değil miydiniz?" der. Sonra da ellerini kaldırır ve Rabbine karşı şu niyazda bulunur: "Allah'ım, kasem ederim bunlar bu işi yaparken ben yanlarında yoktum. Ve yine kasem ederim, duyduğum zaman da yaptıklarından hoşnut olmadım." (3)
Dipnotlar:
1. Buhari, Diyat, 6; Müslim, Kasâme, 25; Serahsî, Mebsut, 10/98; Kâsânî, Bedaîü's-Sanaî, 7/134.
2. Buhari, Mağazi, 58; İbn-i Hişam, Sîre, 4/72.
3. Muvatta, Akdiye, 58.
KAYNAK: https://sorularlaislamiyet.com/dinini-degistireni-oldurun-hadisine-gore-murted-olan-oldurulur-mu
Kur’ân, Efendimiz (s.a.s)'e hitaben:
"Onlar îman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın." (Şuara, 26/3)
derken, Allah Resûlü'nün tebliğ adına çektiği ızdırabı ve bu ızdıraptan doğan ruh hâlini resmeder. Esasen ızdırabının keyfiyet ve durumuna göre bu ruh hâli, her tebliğ insanında vardır ve olması da gerekir.
İrtidat dinden dönme demektir. Buna göre mürted ise, daha önce inandığı bütün mukaddesâtı inkâr eden insandır. Ve bu insan bir bakıma Müslümanlara ihanet etmiştir. Bir kere ihanet eden, her zaman ihanet edebilir. Onun için de bazılarına göre "mürtedin hayat hakkı yoktur." Ancak fıkıh âlimlerinin sistematize ettiği şekle göre, mürted hangi meseleden dolayı irtidat ettiyse, evvelâ ona o mesele en ince teferruatına kadar anlatılıp izah edilecektir. Belli bir süre takibe alınarak, takıldığı hususlarda iknaya çalışılacaktır. Bütün bunların fayda vermediği zaman da artık o insan İslâm bünyesinde bir ur ve çıban başı olduğu tebeyyün edince de ona göre muamele yapılacaktır. (1)
Ne var ki, hiçbir mü'min, bir başkasının irtidadı karşısında alâkasız kalamaz. Zira İslâm'ın mürüvvet anlayışı buna manidir. Belki hâdiseyi duyan her mü'min, şuurundaki seviyeye göre böyle bir irtidat hâdisesi karşısında üzülür ve ızdırap duyar. Ama tebliğ adamının ızdırabı herkesten daha derindir. Çünkü insanların hidayeti, onun varlık gayesidir.
İşte Halid b. Velid (r.a)'in başından geçen bir hâdise karşısında Allah Resûlü (asm)'nün hâlet-i ruhiyesi. Hz. Halid, dinin irtidat mevzuundaki prensiplerini değerlendirmede acele davranıp bir infazda bulunur. Bu haber Allah Resûlü (asm)'ne ulaşınca çok üzülür ve ellerini kaldırarak:
"Allah'ım Halid'in yaptığından sana sığınırım."
diyerek Cenâb-ı Hakk'a ilticada bulunur. (2)
Allah Resûlü (asm)'nün bu hassasiyeti, etrafındakilerde de aynı şekilde ma'kes bulmuştur. Mesela Yemame'den dönen birisine, Hz. Ömer (r.a) ciddî bir şeyin olup olmadığını sorar. Gelen zât, ciddî ve önemli bir şeyin olmadığını, sadece içlerinden birinin irtidat ettiğini söyler. Hz. Ömer (r.a) heyecanla yerinden doğrulur ve, "Ona ne yaptınız?" diye sorar. Adam, "Öldürdük." deyince, Hz. Ömer (r.a) aynen Allah Resûlü (asm) gibi bir iç geçirir ve adama hitaben, "Onu bir yere hapsedip bir müddet bekletmeli değil miydiniz?" der. Sonra da ellerini kaldırır ve Rabbine karşı şu niyazda bulunur: "Allah'ım, kasem ederim bunlar bu işi yaparken ben yanlarında yoktum. Ve yine kasem ederim, duyduğum zaman da yaptıklarından hoşnut olmadım." (3)
Dipnotlar:
1. Buhari, Diyat, 6; Müslim, Kasâme, 25; Serahsî, Mebsut, 10/98; Kâsânî, Bedaîü's-Sanaî, 7/134.
2. Buhari, Mağazi, 58; İbn-i Hişam, Sîre, 4/72.
3. Muvatta, Akdiye, 58.
KAYNAK: https://sorularlaislamiyet.com/dinini-degistireni-oldurun-hadisine-gore-murted-olan-oldurulur-mu
Sizin
fikrinizi yazarmısınız Karikatür asıl kutubu sidde
Kutub-i
Sizin bu soruya almak istediğiniz cevap, mürtedin katli hakkındaki hadis
idi. Ben de
hadisi açıklaması ile paylaştım.
Hadisler vahiydir İnkar eden dinden çıkar Dinden
çıkanın hükmü nedir Ben sitenin cevabını değil Türkçe açık bir şekilde
yazmanızı talep ediyorum
Hakikati saklamak ayete aykırı Tabela göstermek yerine
Anlatın yazmayı seviyorsunuz konu deve sidigimi olunca bir kamyon cevap
maşallah Buyrun bekliyorum
Yoksa suçmu teşkil ediyor
Inkar eden komşunuza uygulama imkanınizmi yok
İktidar
olunca inancınızın gereğini uygulamayı dusunuyirmusunuz
Kutub-i
Dini hüküm ifade eden hadisler vahiydir. (Necm, 3-4). Sünneti/hadisleri
prensip olarak inkâr eden dinden çıkar. (Nisa, 59, 80,115. Ali İmran 31, Ahzap
36, Haşr 7 vs. inkar ettiği için). Dinden çıkanın hükmü, ebedi cehennemdir. (Bakara 217).
Çevir kazı yanmasın
Öldürün
hangi ayet
Kutub-i
"İnkar
eden komşunuza uygulama imkanınız mi yok" sorusuna gelince, Hz. Halid, dinin
irtidat mevzuundaki prensiplerini değerlendirmede acele davranıp bir infazda
bulunur. Bu haber Allah Resûlü (asm)'ne ulaşınca çok üzülür ve ellerini
kaldırarak: "Allah'ım Halid'in yaptığından sana sığınırım." diyerek
Cenâb-ı Hakk'a ilticada bulunur.
Tevbe 5 uyarmi Haram aylar çıkınca avlanmaya cikalimmi
Kutub-i
Kuran hakkında konuşuyoruz. "Avlanmak" yerine düştü mü?
Kutub-i
"Allah’a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya
ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir.
Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir
azap vardır." (Maide
suresi, 33)
Deve sidigi hadisinin devamın da peygamber 7 kişinin
ellerini ayaklarını kesiyor gözlerini oyuyor Onlar şu diye inlerken Peygamber
ateş ateş diye cevap veriyor
Nasıl iyi hadis değilmi
Kutub-i
Kaynak nerede? Nerede "ateş, ateş" geçiyor?
Tevbe 5 hatalı Faktulu fiili
bakara 54 te Mecaz olarak geçiyor Kontrol edersin
Diğer kısımları doğru yani
Hendek savaşı sonrası kaç
yahudinin kellesi kesildi
Kutubu sidde
85
98
78
430
280
Ravi çok olunca rahmet oluyor
Kutub-i
Evet. Kısas uygulanmış. Peygambere nefret algısı oluşturmak için Buharideki
rivayeti okumak yerine, hepsini okusaydınız, Ureynelilerin çobanın gözlerini
oyduklarını görür, Kuranın kısas emrine boyun eğerdiniz. (Onda (Tevrat’ta)
üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, GÖZE GÖZ, buruna burun, kulağa kulak, dişe
diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar,
sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah’ın indirdiği ile
hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.)
Doğru rakamı yazarmısın
Bir çobana 7 bedevi kısas oluyormu
Bir kılıca karşı Elleri ayakları kes gözlerini oy
Hani göze göz
Kutub-i
"Kim güzel bir (işte)
aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte)
aracılık ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın her şeye gücü
yeter." (Nisa, 4/85).
Diğer 7-si herhalde
"Yapma kardeşim" demediler. Üstelik işin içinde hırsızlık var, gasp var,
vücudunun diğer yerlerine zarar vurmak var, dinden dönmek var, hazine (zekat)
mallarını çalmak var...
Görüşürüz...
Kutub-i
Bu arada biraz kendinizi sorgulayın. "Bu kişiye doğru mu yapıyorum
aynı anda 3 konuyu yazarak?" Bu soruyu kendinize sorunuz... Ben de robot değilim.
Kısas ayetinin devamında bağışlama daha hayırlı diyor
peygamber daha hayırlısını neden tercih etmiyor Bir çobana 7 bedevi nasıl
oluyor
Yarın devam Ben sizin savunduğunuzu 90 lı yıllarda savunuyordum Rabbim
affetsin
Kutub-i
Durun.
Kutub-i
İlahi merhametten daha fazla merhamet etmek merhamet değildir. Yani siz
diyorsunuz ki masum insanların kanını döken caniler affedilsin. Birisi
babanızın, kardeşinizin veya evladınızın gözlerini oysa ve siz mahkemeye
başvursanız, mahkeme; suçluya neden ceza verelim, affetmek güzeldir denmesinden
hoşlanır mıydınız. O zaman adalet ne olacaktır. Devlet başkanı merhamet ederken
adaletsizlik edemez. Bu onun için bir zaaftır. Ancak kendi şahsına yapılan
suçları affettiğine dair bir çok hadis vardır.
Kutub-i
Ayrıca şu ayeti de okumanızı istirham ederim: "Aralarında hükmetmesi
için, Allah’a ve Resulüne davet edildikleri vakit, müminlerin söyledikleri tek
söz; “Baş üstüne; işittik ve itâat ettik.” demek olmuştur. İşte kurtuluşa
erenler bunlardır.”(Nur, 24/51).
10 ŞUBAT 01:23
Kutub-i
Bu deve idrarı konusu
tartışacağımız 3. mesele idi. Tartışmanın sizin taraftan olan soru kanalı bitti.
Şimdi sırada benim sorularım olacak ve bununla da tartışmamız bitecek inşAllah.
Pazar günü başladık, Pazar günü de bitecek galiba.
Benim sorularıma geçmeden önce ortada sizin sorduğunuz ve havada kalmasını
istemediğim birkaç konu var. Onlara cevap vermek istiyorum.
Kutub-i
"Ağırmı geldi Deve sidigimi sorayım Sizde aslında o sidik değil
dersiniz Kara köpekleri öldürün Hadisini verdim Cevap Aslında kara köpek değil
yırtıcı köpek İrin hadisi verdim Yalayın demiyor Mesela diyor... Sadaka ömrü
uzatır hadisi dedim Aslında bereketmiș Sanki bereket İngilizce"
Yazmıştınız. Zaten açıklamasını paylaşmıştım tartışmanın evvelinde. Siz tatmin
olmadığınızı söylüyorsunuz. Olabilir. Buna aklını ve vicdanını hakem yaparak ve
Maide suresi 8. ayete uyarak tartışmamızı okuyan kardeşlerimiz karar verir.
Tekraren aynı açıklamaları paylaşmaya lüzum görmüyorum. Sonuçta sizin güzel bir
sözünüz var: "Uyuyanı uyandırabiliriz, ama uyumuş numarası yapanı asla
uyandıramayız."
Kutub-i
Sonra, Kuranda "sünnet" kelimesi Allah için geçiyor, dolayısıyla
Hz. Muhammedin sünneti diyemeyiz, demiştiniz. Bu çok yanlış bir fikir. Mesela,
Kuranda Hz. Musanın ölümü anlatılmaz. Buradan şu sonuç mu çıkıyor: "Hz.
Musa yaşıyor". Tabi ki hayır. Kuranda her şey teferruatı ile geçmeli mi?
Hayır. Kuran sözlük kitabı mı ki, "Ey insanlar. Bir zaman gelince
Rasulumun yoluna sünnet diyebilirsiniz" ayeti olsun???
10 ŞUBAT 20:48
Kutub-i
"Sünnet" yol
anlamındadır. Allah ismi ile beraber kullanıldığı zaman ise "Allahın
Kanunu" anlamı kazanır. Bizim bildiğimiz sünnet ise, terminolojidendir.
Artık son kısıma geçebilir miyiz? Ben sorumu sorayım. Son sözlerimiz
yazalım, bitirelim...
Daha kutubu siddeye geçmedik... Kuranda sünnetül Muhammed yok... Ama
Musanın ölümüde yok Demekki Musa yasiyormu? Kuranda yoksa yok demek değildir
aslında... Bu nasıl mantık Siz aynı mantıkla hıristiyanlık savunun Vallahi
billahi tallahi Netice değişmez... Okuyanlar anlayacak Hurma kütüğü hadisi
gibi... Musanın asası ile bir tuttuğunuz mesele Kütük kelimei tevhit okuyor...
Bence biraz yavaş olun Isral tankının üstünde Nice az topluluk ordu çok
kalabalık topluluklara galip gelmiştir.. Yazmıştı (inter netten bakın) Bakara 239,240
Sizden kutubu sidde den konu başlıkları yazmanızı
istiyorum 5 adet yeter Cihat, namaz gibi
Bab...lardan
örnek verirmisin Ayrıca tartışma bitmeyecek kaç hafta sürdüğü önemli değil
Allahın yasasında çelişki olmaz Muhammed peygamber i diğer peygamber ler le
ayrıştıran hadisler çok... İsa ölüleri diriliyor Hadis mezardan ölü kızı
çağırıyor Musa denizi yarıyor Hadis ay ı yarıyor İbrahim ateşte yanmıyor
Nakşibendi tarikatı şeyhi askerde fırına giriyor 5000 derece ısı Cuma namazı
izni için Yanmadan çıkıyor Olurmu diye sor Cevap senin cevabın Allah dilerse olmazmı?
Olmaz kardeşim Allah ayetinde keşke onlarda inansaydi diyor Allah neden keşke
desin... Yada ben deniyorum Allah dilerse şeytanı cennete bütün peygamber ler
cehennem e atar... Fikrinizi söyleyin yaparmı... Sihirli söz...
Kutub-i
Bir haftadır tartışıyoruz, daha sizin düşünme şeklinizi yeni çözdüm. Siz
soru soruyorsunuz, sonra cevap verdiğim zaman aynı soruyu ben sormuşum gibi
tenkit ediyorsunuz...
Kutub-i
"Kuranda sünnetül Muhammed yok...
Ama Musanın ölümüde yok Demekki Musa yasiyormu?
Kuranda yoksa yok demek değildir aslında...
Bu nasıl mantık
Siz aynı mantıkla hıristiyanlık savunun
Vallahi billahi tallahi Netice değişmez..."
Bunları yazmışsınız. Sanki ben, "Kuranda olmayan aslında yoktur." dedim. Siz Kuranda "Sünnetul Muhammed" geçmediği için, Peygamberin sünneti diyemeyiz, diyorsunuz. Ben de dedim ki, eğer Kuranda olmayan bir şeyin olmadığını savunacak olursanız, Hz. Musanın yaşadığını kabul etmek zorunda kalırsınız...
Ama Musanın ölümüde yok Demekki Musa yasiyormu?
Kuranda yoksa yok demek değildir aslında...
Bu nasıl mantık
Siz aynı mantıkla hıristiyanlık savunun
Vallahi billahi tallahi Netice değişmez..."
Bunları yazmışsınız. Sanki ben, "Kuranda olmayan aslında yoktur." dedim. Siz Kuranda "Sünnetul Muhammed" geçmediği için, Peygamberin sünneti diyemeyiz, diyorsunuz. Ben de dedim ki, eğer Kuranda olmayan bir şeyin olmadığını savunacak olursanız, Hz. Musanın yaşadığını kabul etmek zorunda kalırsınız...
Kutub-i
"Allah dilerse şeytanı cennete bütün peygamber ler cehennem e atar...
Fikrinizi söyleyin yaparmı...
Sihirli söz..."
“Andolsun, cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.” (Sad suresi, 85)
Allahın Şeytana ne vad ettiği çok açıktır. Bu vaadi ve:
"...Allah, vaadinden dönmez." (Rum suresi, 6. ayet) ayetini okuyan bir kişinin "Allah dilerse, Şeytanı Cennete koyar mı?" demesi cehaletin hat safhada olduğunun ve son bir çare olarak böyle saçma sorularla köşeye kıstırma isteğinin oluştuğunun bir göstergesidir. Herhalde ayetin devamı böyle bir soruyu soranlara hitap ediyor:
"...Allah, vaadinden dönmez. Fakat insanların çoğu bilmezler."
Fikrinizi söyleyin yaparmı...
Sihirli söz..."
“Andolsun, cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.” (Sad suresi, 85)
Allahın Şeytana ne vad ettiği çok açıktır. Bu vaadi ve:
"...Allah, vaadinden dönmez." (Rum suresi, 6. ayet) ayetini okuyan bir kişinin "Allah dilerse, Şeytanı Cennete koyar mı?" demesi cehaletin hat safhada olduğunun ve son bir çare olarak böyle saçma sorularla köşeye kıstırma isteğinin oluştuğunun bir göstergesidir. Herhalde ayetin devamı böyle bir soruyu soranlara hitap ediyor:
"...Allah, vaadinden dönmez. Fakat insanların çoğu bilmezler."
Kutub-i
Tartışmanın ne kadar sürdüğünün benim için çok önemi var. Bazı şahsikonular
yüzünden haftalarca tartışma imkanım olmuyor. Takdir edersiniz ki, günün birçok
işinden sonra bilgisayar başında saatlerce kalmanın verdiği yorgunluk ne kadar
çok oluyor. Bu yüzden -siz istemeseniz de- bu deve idrarı konusu ile
tartışmamızın sizin soru sormanız kısmı bitti. Geriye kaldı benim basit bir
sorum. Bununla da tartışmamız bitiyor.
Kutub-i
Ayrıca Kütüb-i Sitte konuşmak niyetim de yok. Kütüb-i Sittede saldırıya
maruz kalan hadisler hakkında iki site açtım (bir tanesi bu:
sunneti-tefekkur.tr.gg) ve her ikisinden bu konuda istifade edebilirsiniz. Eğer
o sitelerde açıklaması bulunmayan hadis varsa, kutubisitte.blogspot.con
sitemden bana ulaşabilir, oradan sorabilirsiniz. Şimdiye kadar girdiğim onlarca
tartışmadan şunu anladım ki, tek tek hadis konuşmak çok zaman alıyor.
Kutub-i
Bu okumakta olduğunuz soruyu size yönelterek tartışmamızı yavaş yavaş bitirmek
istiyorum. Sorum çok basit: Siz "Kuran detaylıdır, her şey Kuranda vardır,
hadislere gerek yoktur" diyorsunuz. Ben de bu konunun böyle olmadığını bir
somut örnek üzerinden göstermek istiyorum. Hazır mısınız?
Hayır Sizin
siteniz kutubu sidde beni başka sitelere yollamanız sadece reklam o hadisleri
savunurken Allah dilerse neden olmasin dediğiniz bölümlerde bu ayetler
aklinizami gelmedi işinizemi gelmedi Hurma kütüğü konuşurum? Allah
dilerse neden olmasın.... Benim örnek verince cevap Allah vaadinden dönmez...
Senden mucize isteyenlere deki size kuran yetmiyormu? Ankebut 51 Size yetmiyor
değilmi?
Ayetleri keçi yermi Cevabınız
hala duruyor Allah dilerse neden yemesin
Beni kutubu sidde sorularım
sizin sitede yok... 1...adalet başlıklı bir Bab neden yok.. 2...şirk konulu Bab
neden yok.. Taharet ile ilgili onlarca hadis var.. Ama konu başlığı olarak
şirk, adalet yok peygamber mi konuşmadı bu konuları
Arasira başa dönmek gerekiyor Mutevatir demek 100 sahabeden 100 tabiin Say
desem recep ivedigin kaptana balık çeşitlerini saydırdığı gibi.. 2 kere
istavrit diyeceksiniz Bana bu 100 sahabe 100 tabiin listesini verin Konu
kapansın Yada böyle yazıyor inanmıyorsan müzeye git diyebilirsin...
11 ŞUBAT 16:51
Bana tavsiye ettiğiniz siteye
baktım...
İşte sizin
siteniz bir bayan olarak hadisleri bukadar savunduğunuza göre banada bu
yazıları okumam için tavsiye ettiğinize göre Netice 2+2 =4 Sizde sünnet
olmuşsunuz Allah kabul etsin mevlide çağırsaydınız gelirdik 2.celebi Mehmetin
yazdığı 1410 yılındaki kasideyi( NAAT eski adı) Dinlerdik Sağlam hadis olmasa
vermediniz... İnkar eden dinden çıkar Cezası ölüm... Yani ya sünnet oldunuz
yada müslüman değilsiniz...
Yazıyı terbiye ölçüsünde en kritik yerde kestim son kelimeyi hadisciler
kendi okusun.. FAZLA KESME'Kİ KADINLAR DAHA ÇOK LEZZET............
B. 18:43
Kutub-i
Sizin bu yazdıklarınızdan
şunları anladım ki, ya siz benim yazdıklarımı anlayacak kapasitede değilsiniz,
ya art niyet yüzünden anlamak istemiyorsunuz, ya da sıkışınca birilerini
devreye sokup onların sorularını bana yöneltiyorsunuz.
Benim sitemde
(sunneti-tefekkur.tr.gg) bir konu hakkında önce bilgi paylaşırım, sonra o
konudaki hadisin açıklamasını da alt sayfada. Belli ki siz bunu farketmeden
hemen terbiyesizliğe başlamışsınız.
"Mutevatir demek 100
sahabeden 100 tabiin" Mütevatir demek, yalan üzre birleşmesi mümkün
olmayacak kadar çok kanaldan nakledilen hadis demektir. Orada 100 sahabe, 100
tabiun örneği verdim. Cümlenin başında da MESELA kelimesini yazmıştım. Siz hala
bana liste ver diyorsunuz.
Daha önce vakit azlığı sebebiyle, tartışmayı bitirmek istediğimi
söylemiştim. Tabi bunu duyunca, elinize fırsat geçti, aklınızca sıkıştırmaya
çalıştınız çok soru yönelterek.
Kutub-i
"Arasira başa dönmek gerekiyor..." Yazmışsınız. Hayır bunun
nedeni keyfi olarak başa dönmek değildir. Siz, tartışma boyunca ne zaman ilmi
cevap yazsam, ben konular bittikten sonra Facebook`tan ayrılsam da, siz
kaçtınız. "Yarın konuşuruz" tipli kaçıştırmalar yaptınız. Öteki günde
ise cevaplarımı muhtemelen başkalarına okutup başka başka sorularla geldiniz.
Bu, sizin başkaları tarafından yönetildiğinize delil olabilir. Zira bana
Kütüb-i Sittedeki bab başlıkları hakkında yönelttiğiniz soruyu, Abdullah Erkan
bey ile olan tartışmanızda yanınızdaki kişiler Abdullah abiye sormuştu.
Kutub-i
"Beni kutubu sidde sorularım sizin sitede yok... 1...adalet başlıklı
bir Bab neden yok.. 2...şirk konulu Bab neden yok.. Taharet ile ilgili onlarca
hadis var.. Ama konu başlığı olarak şirk, adalet yok peygamber mi konuşmadı bu
konuları" Bu soruyu sormanız, Kütüb-i Sittedeki bab başlıklarının fıkhi
konulara göre dizildiğinden habersiz olmanız anlamına geliyor. Her halde adalet
ve şirk hakkında bab görmeyince, adalet ve şirk konulu hadislerin olmadığını
düşündünüz.
Kutub-i
Adalet ve adil olmakla ilgili
bazı hadis mealleri:
“Çocuklarınız arasında adaletli davranın, çocuklarınız arasında adaletli davranın” (Ebu Davud, Buyu, 80)
“Her hak sahibine hakkını ver.” (Buhari, Savm, 51)
“(Herhangi bir konuda) hakemlik yaptığınız zaman adil olun.” (Taberani, el-Mu’cemu’l-evsat, IV, 40-41)
“Devlet otoritesi en büyük hamidir(koruyucudur). Haksızlıklarla onun vasıtasıyla (yani hukuk yoluyla) mücadele edilir ve onun vasıtasıyla (tehlikelerden) korunulur. Şayet bu otoriteyi kullananlar, Allah’tan sakınmayı emreder ve adaletle hükmederlerse bu yaptıklarından sevap kazanırlar.Bunun aksine davranırlarsa (vebalini) çekerler.” (Müslim, İmare,43)
“Yönettikleri insanlara, ailelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı adaletli davrananlar, Allah katında, Rahman’ın yanında nurdan minberler üzerinde ağırlanacaklardır.” (Nesai, Adabul-kudat, 1)
Kureyşin önde gelen kabilelerinden birine mensup bir kadının yaptığı usulsüzlüklerin cezasını kaldırtmak-hafifletmek için elçi olarak gönderilen azatlısı Üsame’ye Allah Rasulü: “Sizden önceki insanlar şu yüzden helak oldular: Onların ileri gelenlerinden biri hırsızlık yaptığında onu bırakırlar, güçsüz ve zayıf biri çaldığında ise onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin olsun ki eğer Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı onun elini keserdim.” (Buhari, Enbiya, 54)
“Yedi kimseyi Allah Teâlâ kendi gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde, gölgesinde barındıracaktır. Bunlar: Adaletli devlet reisi, Rabbine ibadet ederek yetişen genç, gönlü mescidlere bağlı kimse, birbirlerini Allah rızâsı için seven ve buluşmaları da ayrılmaları da bu sevgiye dayalı olan iki şahıs, itibarlı ve güzel bir kadın kendisiyle beraber olmak isteyince ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek buna yanaşmayan erkek, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren adam, tenhâda Allah’ı anıp gözleri yaşla dolan kişidir.” (Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91)
“Verdiği hükümlerde, ailesinin ve halkın yönetiminde adaletli davranan yöneticiler, kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın yanında nurdan yüksek koltuklar üzerinde otururlar.” (Müslim, İmâre 18)
Devlet başkanlarınızın en hayırlısı, sizi seven ve sizin tarafınızdan sevilen, size dua eden ve sizin duanızı alan kimselerdir. Devlet başkanlarınızın en kötüsü de, size buğzeden ve sizin buğzunuza hedef olan, size lânet eden ve lânetinizi alan kimselerdir.”
Bunun üzerine:
- “Ya Resûlallah! Onlara karşı tavır takınalım mı?” diye sorulunca, şu cevabı verdi:
- “Aranızda namaz kıldıkları sürece, hayır. Aranızda namaz kıldıkları sürece, hayır.” (Müslim, İmâre 65, 66)
“Cennetlikler üç gruptur. Bunlar: Âdil ve başarılı devlet başkanı, yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi, ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen adamdır.” (Müslim, Cennet 63) (https://sorularlaislamiyet.com/adalet-hakkinda-ayetler-hadisler-varsa-yazar-misiniz)
“Çocuklarınız arasında adaletli davranın, çocuklarınız arasında adaletli davranın” (Ebu Davud, Buyu, 80)
“Her hak sahibine hakkını ver.” (Buhari, Savm, 51)
“(Herhangi bir konuda) hakemlik yaptığınız zaman adil olun.” (Taberani, el-Mu’cemu’l-evsat, IV, 40-41)
“Devlet otoritesi en büyük hamidir(koruyucudur). Haksızlıklarla onun vasıtasıyla (yani hukuk yoluyla) mücadele edilir ve onun vasıtasıyla (tehlikelerden) korunulur. Şayet bu otoriteyi kullananlar, Allah’tan sakınmayı emreder ve adaletle hükmederlerse bu yaptıklarından sevap kazanırlar.Bunun aksine davranırlarsa (vebalini) çekerler.” (Müslim, İmare,43)
“Yönettikleri insanlara, ailelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı adaletli davrananlar, Allah katında, Rahman’ın yanında nurdan minberler üzerinde ağırlanacaklardır.” (Nesai, Adabul-kudat, 1)
Kureyşin önde gelen kabilelerinden birine mensup bir kadının yaptığı usulsüzlüklerin cezasını kaldırtmak-hafifletmek için elçi olarak gönderilen azatlısı Üsame’ye Allah Rasulü: “Sizden önceki insanlar şu yüzden helak oldular: Onların ileri gelenlerinden biri hırsızlık yaptığında onu bırakırlar, güçsüz ve zayıf biri çaldığında ise onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin olsun ki eğer Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı onun elini keserdim.” (Buhari, Enbiya, 54)
“Yedi kimseyi Allah Teâlâ kendi gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde, gölgesinde barındıracaktır. Bunlar: Adaletli devlet reisi, Rabbine ibadet ederek yetişen genç, gönlü mescidlere bağlı kimse, birbirlerini Allah rızâsı için seven ve buluşmaları da ayrılmaları da bu sevgiye dayalı olan iki şahıs, itibarlı ve güzel bir kadın kendisiyle beraber olmak isteyince ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek buna yanaşmayan erkek, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren adam, tenhâda Allah’ı anıp gözleri yaşla dolan kişidir.” (Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91)
“Verdiği hükümlerde, ailesinin ve halkın yönetiminde adaletli davranan yöneticiler, kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın yanında nurdan yüksek koltuklar üzerinde otururlar.” (Müslim, İmâre 18)
Devlet başkanlarınızın en hayırlısı, sizi seven ve sizin tarafınızdan sevilen, size dua eden ve sizin duanızı alan kimselerdir. Devlet başkanlarınızın en kötüsü de, size buğzeden ve sizin buğzunuza hedef olan, size lânet eden ve lânetinizi alan kimselerdir.”
Bunun üzerine:
- “Ya Resûlallah! Onlara karşı tavır takınalım mı?” diye sorulunca, şu cevabı verdi:
- “Aranızda namaz kıldıkları sürece, hayır. Aranızda namaz kıldıkları sürece, hayır.” (Müslim, İmâre 65, 66)
“Cennetlikler üç gruptur. Bunlar: Âdil ve başarılı devlet başkanı, yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi, ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen adamdır.” (Müslim, Cennet 63) (https://sorularlaislamiyet.com/adalet-hakkinda-ayetler-hadisler-varsa-yazar-misiniz)
Kutub-i
Aynı kaynak siteden bir diğer yazı: Nebevi Adalet: Hz. Peygamber'in Adalet
Anlayışından Örnekler Kuran-ı Kerîm'in nazil olduğu ortamda adaletli bir yapı
olmadığı anlaşılıyor. Akrabalık, kavmiyetçilik, düşmanlık, zenginlik, soyluluk
ve güçlülük gibi faktörler adaletsiz davranışlar sergilemelerine sebep
olmaktaydı. Rivayete göre Mahzumoğullarına mensup soylu bir kadın hırsızlık
yaptı. Hak ettiği cezanın uygulanmasını isteyen ailesi, Efendimiz (sav)'in çok
sevdiği Üsame b. Zeyd (ra)'i aracı olarak gönderdi. Rasûlullah (sav) bu konuda
yapılan aracılığa sinirlendi ve Müslümanlara hitap ederek "Sizden
öncekilerin (bazı rivayetlerde İsrailoğullarının) helak olması, fakirler
hırsızlık yapınca had uygulayıp nüfuzlu ve zengin olanları cezadan muaf
tutmalarındandır. Vallahi Muhammed'in kızı Fatıma da hırsızlık yapsa onun elini
keserdim" buyurdu. [1] Önceki milletlerin helakinin adaletsizliklere
bağlanması daha sonra şu veciz ifadede tekrarlanacaktır: “Adalet mülkün
temelidir". Adalet istikrarın ve medeniyetin kaynağıdır. Dinin asli
ilkelerinden biridir. Toplumun ve fertlerin huzur içinde hayatiyetlerini
sürdürmesinin sebebidir. Rabbimiz Kur'ân-ı Kerîm muhtelif ayetlerinde adaletli
davranmayı tekrar tekrar emretmiş[2] ve kendi aleyhlerine bile olsa adaletten
şaşmamalarını Müslümanlardan isteyerek şöyle buyurmuştur: "Ey iman
edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah
için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik
ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın): çünkü Allah
ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine
getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarptırırsanız
veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah yaptıklarınızdan
hakkıyla haberdardır.”[3] Bu ilahi emirler, Efendimiz tarafından Müslümanlara
duyurulduğu gibi bizzat örnekliğiyle de müşahhaslaştırılmış ve ümmetin temel değerleri
arasına dahil edilmeye çalışılmıştır. Rivayetlere göre Hz. Peygamber,
sahabelerine adaletli davranmalarını sık sık hatırlatmıştır. Allah Teâlâ'nın
dünyada insanlara zulmedenlere ahirette azapla cevap vereceğini[4], hiçbir
gölgenin olmadığı günde Allah Teala tarafından gölgelendirileceklerden birinin
de "âdil yönetici" olduğunu [5], adaletle davrananların Rahman'ın
yanında yüksek makamlarda bulunacaklarını [6], zalim yöneticilerin ise Allah
Teala'dan en uzak kişiler olacağını [7] ve adil yöneticilerin dualarının
reddolunmayacağını [8] bildirmiştir. Bu ilkeye kendisi de hayatı boyunca bağlı
kalmıştır. İnsan önce kendi nefsine karşı adil davranmalıdır. Kaynaklarımızda
geçen bir habere göre Hz. Peygamber, gündüzleri oruç tutup geceyi ibadetle
ihyaya çalışan Abdullah b. Amr'a şöyle demiştir: “Abdullah! Duyduğuma göre
gündüz oruç tutup gece ibadet ediyormuşsun. Böyle yapma! Bedeninin, gözlerinin
ve hanımının senin üzerinde hakları vardır. Oruç tutabilirsin ama bazen de oruç
tutma! Her aydan üç gün tutarsan hep oruç tutmuş gibi olursun”. [9] Aynı
ifadeler Selman-ı Fârisî tarafından Ebu'd-Derdâ'ya söylenmiş ve Rasûlullah
(sav) da bu sözleri onaylamıştır, zira "Her hak sahibine hakkı
verilmelidir". [10] Rasûlullah (sav)'ın önemli uyarılarından biri de aile
fertleri arasında ayrım yapmamakla ilgilidir. Sahîhayn'da ve başka bazı
kaynaklarda yer alan bir habere göre babası, Numan b. Beşîr'i Hz. Peygamber'e
getirip ona bir köle bağışladığını söylemiştir. Bunun üzerine Rasûlullah (sav)
“Bütün çocuklarına bağışta bulundun mu?” diye sormuş ve “hayır” cevabını alınca
muhatabına bağıştan dönmesini tavsiye etmiştir. Bazı rivayetlerde Efendimiz’in
"Allah'tan korkun ve çocuklarınıza adil davranın" ve "Beni buna
şahit tutmayın! Zira ben haksızlığa şahit olmam!" buyurduğu nakledilmiştir.
[11] Bazı alimler bu hadise dayanarak çocuklardan yalnızca birine bağışta
bulunmayı (hatta fazla öpmeyi) kabul etmezken, bazı İslam fakihleri bu
hadisteki emri bağlayıcı kabul etmemiş ve kişinin çocuklarından yalnızca birine
bağışta bulunmasını mekruh olmakla birlikte caiz görmüşlerdir. [12] Müslüman,
elinin altında bulunan yetimlere ve hizmetçilerine de adil davranmalı,
ihtiyaçlarını en uygun şekilde karşılamalı ve güçlerinin yetmeyeceği
sorumluluklar vermemelidir. Yetim malına el uzatmak Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
karşılık bulmuştur: “Yetim malına haksızca el uzatanlar bilsinler ki ateş
yiyorlar ve kesin olarak cehenneme girecekler.” (13) Rivayetlere göre
Efendimiz, "Elinizin altındakilerin yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını
karşılayınız. Onların gücünü aşan işleri vermeyiniz" buyurmuştur. [14]
Hatta bazı rivayetlerde onların yiyecek ve giyecek konusunda ayrı tutulmamaları
ve eğer güçleri yetmeyecek işler verilmişse onlara yardımcı olunması gerektiği
ifade edilmiştir. [15] İş yaptırmak için kiralanan insanlara ücretlerinin hemen
verilmesi [16] aksi takdirde ücretleri verilmezse kıyamet günü Rasûlullah
(sav)'ın gazabına uğrayacakları kaydedilmiştir. [17] Peygamberimiz'in hayvanlar
hakkında da mühim emir ve tavsiyeleri olmuştur. Aşırı zayıf düşmüş bir deveyi
görünce "Bu konuşamayan hayvanlar hakkında Allah'tan korkun! Binilecek
haldeyken binin, yenilecek haldeyken yiyin!" buyurmuştur.[18] Her ne kadar
isnadı tenkid de edilmiş olsa Rasûlullah Efendimiz'den şöyle bir söz de
nakledilmiştir: “Hayvanlarınızı yollarda ve çarşılarda sandalye gibi
kullanmayın.” [19] Yani hayvan üzerinde otururken birbirinizle sohbete
dalmayın! Bir başka husus da hayvanların gereksiz yere öldürülmeleridir. Bu
noktada da şöyle bir nebevi uyarı nakledilmiştir: “Serçe ve daha küçük şeyleri
boş yere öldürenler mutlaka bunun hesabını Allah’a verecekler.” [20] Komşuya
haksızlık da Rasûlullah (sav)’ın üzerinde önemle durduğu konular arasındadır.
Komşu hakkı Cebrail (as) tarafından o kadar vurgulanmıştır ki, Resul-i Ekrem
Efendimiz komşu da mirasçı sayılacak diye düşünmüştür. [21] Komşusuna haksızlık
etmeyeceğinden emin olunmayan kişinin imanı sorgulanmış ve Allah'a üç kez kasem
edilerek böyle bir kişinin mümin olamayacağı [22] ve cennete giremeyeceği [23]
ifade edilmiştir. Namazı, orucu ve verdiği sadakaları dillere destan olmuş bir
kadının komşusuna eziyeti sebebiyle cehennemlik olduğu söylenmiştir. [24]
“Kimin bende alacağı varsa alsın ya da helal etsin. Rabbime tertemiz varmak
isterim.” Hz. Peygamber'in adaletini gösteren rivayetlerden biri de hayatının
son dönemlerinde sahabelerine yaptığı konuşmayla ilgilidir. Nakledildiğine göre
Rasûlullah (sav) Efendimiz sahabeye etkili bir konuşma yapmış ve şöyle
demiştir: “Müslümanlar! Allah adına ve üzerinizdeki hakkım için söyleyin. Kime
bir haksızlık etmişsem kıyamet günü hesaplaşmadan evvel gelsin hakkını alsın!”
Bir savaştan dönerken Rasûlullah (sav) 'ın elindeki değneğin bilerek ya da
bilmeyerek kendisine vurduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber kısas
uygulayabileceğine hükmetmiş ve evden değneğin getirilmesini istemiştir. Başka
sahabelerin araya girip kısası kendilerinde uygulamasını istemelerine rağmen bu
uygun görülmemiş ve sonunda Rasûlullah (sav) karın kısmını açarak vurmasına
izin vermiştir. Ukkaşe de bunu fırsat bilip Efendimiz'in karnını öpmüştür. [25]
Yine rivayete göre Rasûlullah (sav) 'ın bir şeyler dağıttığı bir anda birisi
gelip dağıtılan eşyalara yönelince Hz. Peygamber elindeki dalla ona vurmuş;
fakat hemen ardından onun da kendisine vurmasını istemiştir[26] Yine kendisinden
alacağını isteyen sahabeye diğer ashab-ı kiram kızınca "Hak sahibinin söz
hakkı vardır" karşılığını vermiştir. [27] “Kimin bende alacağı varsa alsın
ya da helal etsin. Rabbime tertemiz varmak isterim” buyurmuştur. [28] Hz.
Peygamber'in sadeliğine, kibirli olmayışına ve adaletine en güzel örneklerdir.
Hz. Peygamber'in İslam toplumunda anlaşmazlık yaşanmaması için koyduğu
kurallarda adalet ilkesini esas aldığını söyleyebiliriz. Örneğin ödeme vadesi
belirsiz bırakılan satışları (habelü'l-habele), garar/bilinmezlik içeren alım
satımları, alınacak malı inceleme fırsatı vermeyen sözleşmeleri (mülâmese,
münâbeze), satılacak malı olduğundan daha iyi gösterme çabalarını (musarrat
gibi), üreticilerin pazar fiyatını öğrenmesine mani olma uğraşlarını
(telakki’r-rukbân), malın fiyatını yükseltmek için kurgu yapmayı (neceş),
karşılıklı bedellerin eşit olup olmayacağı tam kestirilemeyen satışları
(müzâbene, muhâkale) ve olgunlaşıp olgunlaşmayacağı belli olmayan malların
satımını (muhâdara) yasaklaması, tamamen tarafların adaletle alışveriş
yapmalarını temin etmeye yönelik kurallardır. [29] Hz. Peygamber'in muamelede
bulunduğu insanlara karşı da adaletli ve merhametli olduğu görülmektedir.
Rivayete göre yaptığı bir alışveriş için ödeyeceği bedeli tartıya koyan sahabeye
“İyi tart hatta biraz da fazla tart” buyurmuştur. [30] Yine borcunu öderken
aldığından daha güzeliyle ödemiş, "En hayırlınız borcunu en iyi şekilde
ödeyeninizdir" demiştir. [31] Hâsılı, Efendimiz haksızlık ve
adaletsizlikten uzak bir hayat yaşamıştır. Sonuç Adalet mülkün ve medeniyetin
temeli, zulüm ise yıkım ve anarşinin sebebidir. Adalet İslam'ın en önemli
esaslarından biridir. Müslüman Rabbine, kendisine, elinin altındakilere ve
çevresindekilere zulmetmeyen, herkesin kendisinden emin olduğu kimsedir. Hz.
Peygamber hayatı boyunca adalet ilkesinden ayrılmamış ve bunu ümmetine talim
etmiştir. Kimseye haksızlık etmemiş, merhametli davranmış ve adaletle yönetilen
bir toplum inşa etmeye çalışmıştır. Fakat tarih boyunca İslam ümmeti ne yazık
ki iç karışıklıklardan çoğunlukla kurtulamamıştır. Ümmetin günümüzde ve
geçmişte girdiği krizlerin ve iç çalkantıların temelinde adaletsiz yönetimlerin
olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Kurtuluş adil, çalışkan, güçlü, şuurlu ve
üretken bir toplumun inşasından geçmektedir. Dipnot: [1] Buhari, Sahih, V, 23;
Müslim, Sahih, III, 1315-1316. [2] Örneğin bk. Nisa, 4/58; Maide, 5/8; En’am,
6/152; Hûd, 11/85 [3] Nisa, 4/135 [4] Müslim, Sahîh, LV, 2017. [5] Buhari,
Sahîh, I, 133; II, 111; VIII, 163; Müslim, Sahih, II, 715; Tirmizi, Sünen, IV,
598. [6] Humeydi, Müsned, I, 501; İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 39; Müslim,
Sahih, III, 1458. [7] Tirmizi, Sünen, 111,609. Bu hadis Tirmizi tarafından
"hasen garip" diye nitelenmekle birlikte Elbani tarafından
"zayıf" sayılmıştır. [8] Ebu Davud et-Tayalisi, Müsned, IV, 310; İbn
Mâce, Sünen, I, 557; Tirmizi, Sünen, IV, 672; V, 578. [9] Ahmed b. Hanbel,
Müıned, XI, 448; Müslim, Sahih, II, 817. [10] Buhari, Sahih, III, 38; VIII, 32;
Tirmizi, Sünen, IV, 608. [11] Malik, Muvatta, II,751; Buhari, Sahih, III, 157;
Müslim, Sahih, III, 1241-1244. [12] Tirmizi, Sünen, III, 641; İbn Battal, Şerhu
Sahihi'I-Buhari, VII, 98. [13] Nisa, 4/10. [14] Humeydi, Müsned, II, 289; Ahmed
b. Hanbel, Müsned, XII, 324; Müılim, Sahih, III,1284. [15] Buhari, Sahih, III,
149. [16] İbn Mace, Sünen, II, 817. [17] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XIV, 318;
Buhari, Sahih, III, 90. [18] Ebu Davud, Sünen, III, 23; İbn Huzeyme, Sahih, LV,
143. [19] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXIV, 392. [20] Ebu Davud et-Tayalisi,
Müsned, IV, 37; Abdurrezzak, Musannef, IV, 450; Nesai, Sünen, VII, 206. [21]
Buhari, Sahih, VIII, 10; Müslim, Sahih, IV, 2025; Ebu Davud, Sünen, IV, 338.
[22] Ebu Davud et-Tayalisi, Müsned, II, 676; Buhari, Sahih, VIII, 10. [23]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, XIV, 444; Müslim, Sahih, I, 68. [24] Ahmed b. Hanbel,
Müsned, XV, 421; Heysemi, Mevaridu'z-zam'an, s. 503 [25] Taberani,
el-Mu'cemü'l-kebir, III, 58; Ebu Nuaym, Hilyetü'l-evliya, IV, 73. [26] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, XVII, 328; Ebu Davud, Sünen, IV, 182; Nesai, Sünen, VIII, 32.
[27] Buhari, Sahih, III, 116; Müslim, Sahih, III, 1225; Tirmizi, Sünen, III,
600. [28] Abdurrezzak b. Hemmam, Musannef, IX, 469. [29] İlgili hadisler için
bk. Buhari, Sahih, Kitabü'l-büyû'. [30] İbn Ebi Şeybe, Musannef,IV, 456; Ebu
Davud, Sünen, III, 245; Nesai, Sünen, VII, 284. [31] Buhari, Sahih, III, 99;
Müslim, Sahih, III, 1224; Tirmizi, Sünen, III,600. [32] Tirmizi, Sünen,
111,609. Bu hadis Tirmizi tarafından "hasen garip" diye nitelenmekle
birlikte Elbani tarafından "zayıf" sayılmıştır. Din ve Hayat Dergisi
2013.
Kutub-i
Bu kadar yeter. Tartışma benim için bitmiştir. Çabalamanız sonunda size
yönelteceğim sorudan ve bu soru karşısında yaşayacağıız çaresizlikten
kurtuldunuz. Malesef güzel sonuç alacağımızı düşünmüştüm, ama bu kısa tartışma
da: Abdullah Erkan abiye ve Ebubekir Sifil Hocaefendiye yapılan terbiyesizlik
ile sonuçlandı.
Kutub-i
Birkaç gün içerisinde tartışma
metnini aşağıdaki adrese yüklerim inşAllah. http://kutubisitte.blogspot.com/2018/02/mahmut-elgormus-cubbesiz-mahmut-ile.html
Sizden de bir isteğim şu: Tartışma hakkında video yaparsanız, Allahı
unutmadan yapın. Kendinizi haklı göstermek için türlü türlü kesitler yapmayın. AKSİ HALDE
AHİRETTE VEBALİNDEN KURTULAMAYACAKSINIZ...
Kutubu
siddenin başlıkları arasında adalet Bab ı neden yok Șirk Babı neden yok İçinde
adalet kelimesi geçen yerleri sormadım... İçinde cihat
geçen hadisler değil cihat Babı varmı Varrr varrrrr... Size tert anlatmak zor Ama okuyanlar
anlar...
Kadınların
sünneti Bu yazdığınız hadislere inanmayan dinden çıktı Sahabe isim listesi bekliyorum
Sizin istediğiniz gibi tartışmak zorunda değilim Ben böyle tartışırım Ben
hadisleri kabul etmiyorum Bir kamyon çelişki dolu rivayet kes kopyala yapıştır
yapıyorsunuz Yazdığınız saçmalıklar kurana aykırı Allah dilerse olur diyorsunuz
Ben sormaya devam edeceğim Siz mecburen cevap vereceksiniz okuyanlar gerçek
yüzünüzü görecek Kaçmanıza asla izin vermem
Daha neler
var... Ganimet olarak cariyelerin çadırlara dağıtılması 10 parmaktan sular
akıyor Kalplerden geçeni biliyor... Kuranda yokmu olsun Allah
dilerse olur değilmi Yarın devam inşallah
Kutub-i
istediğiniz kadar yazın.
Tartışma bitti. Hatta neden "adalet" babı yok? sorusunun cevabını da
vermiştim hadisleri yazmadan önce.
Bu saatden sonra bana hadis
soracaksanız, benim muhattapım olarak değil, sıradan biri olarak web-site`mden
(http://kutubisitte.blogspot.com) sorabilirsiniz.
Okuyanlar benim yetersizliğimi değil, sizin cevaplarımı OKUMADIĞINIZI
anlayacak.
Doğru
ALLAH razı olsun bu cübbesiz Mahmut adlı sünnet düşmanına gereken cevabı vermişsiniz ama tabii anlayana sivrisinek anlamayana davul zurna misali anlamayan anlamıyor ALLAH hidayet versin.
YanıtlaSilBu cuppesiz Mahmud ki o ismine kurban olsun emin olunuz ki kardeşlerim bu şahıs cuppesiz Mahmut kuran a da inanmıyor bu insanın basireti körelmiş allahin bakara suresinde belirttiği gibi hakikate karşı gözleri kulakları ve kalpleri körelmiş olanlardan istediğiniz kadar kuran dan hadislerde delil getirin bu şahıs zaten önceden size cvb hazırlamış direk reddine neden çünkü inanmayan ve inanmak istemeyen böyle Allah düşmanlarının tek bir hedefi vardır kendileri inanmadıkları halde insanları da sapittirmanin derdinde bunlar İngiliz ajanlıgi yapıyor bunlar böyle sapkınlara itibar etmeyiniz
YanıtlaSil05304987853
YanıtlaSil