Niçin Bir Mezhebe Tabi Olmalıyız? | Kurandan Deliller #1 (Animasyonlu Anlatım)

Video Metni

A- Ya sen bu sözleri bırak, bana Kur’an’dan haber ver. Kur’an’da mezhep diye bir şey var mı?
B- Zaten her zaman böyle yaparsınız. Sıkıştınız mı hemen, “Kur’an’da var mı?” demeye başlarsınız. Sana bir şey soracağım: Her şeyin Kur’an’da olması mı lazım? Kur’an’da olmayan bir şey kabul edilemez mi? Eğer böyleyse ben sana soruyorum: Kur’an’da namazların rekât sayısı var mı? Mesela sabah namazının farzı kaç rekât ve nasıl kılınacak, bunu bana Kur’an’da gösterebilir misin?
Ya da Kur’an zekât verin diyor. Hangi maldan ve ne oranda zekât vereceğimizi sen bana Kur’an’da gösterebilir misin? Mesela balın zekâtı nedir? Hububatın zekâtı nedir? Develerin zekâtı kaçta kaçtır? Bunları ve zekâtın diğer meselelerini bana Kur’an’da gösterebilir misin? Hayır, gösteremezsin; çünkü zekât ile ilgili bu meseleler Kur’an’da geçmemektedir. Şimdi Kur’an’da zekâtın nisabı geçmiyor diye biz kafamızdan bir ölçü mü belirleyeceğiz yoksa sünnet-i seniyyeye bakarak ölçüyü ondan mı öğreneceğiz?
Misalleri çoğaltabilir, hatta sana binden fazla misal verebilirim. Sana demek istediğim şey şu: İslam’ın tek kaynağı Kur’an değildir. Kur’an ile birlikte sünnet, icma ve kıyas da birer şer’i delildir.
Hem sen, “Kur’an’da mezhep var mı?” derken Kur’an’da neyi bulmak istiyorsun? Yani Cenab-ı Hak kullarına dört mezhepten birini mi emredecek? Ya da İmam-ı Âzam’ın, İmam Şafi’nin ve diğerlerinin ismini zikrederek mesela, “Ey kullarım İmam-ı Âzam’a uyun ya da İmam Şafi’ye uyun.” gibi bir emir mi verecek? Bunu mu bekliyorsun?
Yahu sen Kur’an’ın ruhundan ve indiriliş gayesinden ne kadar gafilsin! Eğer Kur’an’ın indiriliş hikmetini bir parça anlasaydın, “Kur’an’da mezhep var mı?” diye bir soru sormazdın.
A- Kur’an’da mezhebi gösteremeyince böyle mi oldu? Ben bir daha aynı şeyi diyorum: Bana Kur’an’da mezhebi göster. Yoksa ben mezhep falan tanımam!
B- Bak kardeşim, Kur’an’da aşikâr bir şekilde elbette mezhep ve mezhep imamlarından bahsedilmez. Ancak Kur’an bize kendisiyle amel edeceğimiz ve hayatımızın her anını kuşatacak düsturları öğretir. Anladım ki, sen bu düsturların cahilisin. Hem beni de Kur’an’ı bilmez biri zannediyor ve Kur’an’la beni sıkıştıracağını zannediyorsun. Öyleyse ben de sana Kur’an’ın lisanıyla ve onun düsturlarıyla konuşayım. Bakalım Kur’an’ın bu düsturlarından ne kadar haberdarsın!
Nisa suresi 58. ayet-i kerimede, “Allah size emanetleri ehline vermenizi emrediyor.” buyrulmuştur. Bu ayet-i kerimede emanetleri ehline vermemiz emredilmiştir. Bu bir hayat düsturu olup bütün işlerimiz için geçerlidir. Madem Allah-u Teâlâ bizlere her emaneti ehline vermemizi emretmiş, o hâlde cevabını aramak ve bulmak zorunda olduğumuz soru şudur: Kitap ve sünnetten hüküm çıkarmak ve bir mesele hakkında fetva vermek -yani ictihad yapmak- bir emanettir. Acaba bu emanetin ehli kimdir? Ve bu emanet kime verilecektir?
Şimdi sana soruyorum:
Yüz bin hadisi senetleriyle birlikte ezberleyene hadis hafızı denir. Acaba hadis hafızlarının dahi fıkhi meselelerde kendilerine uydukları mezhep imamları mı ictihatta emanet ehlidir yoksa senin gibi yüz bin değil, yüz hadis bile ezberinde olmayan cahiller mi?
Fıkıh âlimlerinin ilk üç tabakası olan müctehid-i fi-ş şer, müctehid-i fi-l mezheb ve müctehid-i fi-l mesele mertebesinde olan âlimler mi delillerden hüküm çıkarmada emanet ehlidir yoksa senin gibi fıkıh âlimlerinin tabakalarından bile haberdar olmayan cahil cesurlar mı?
İmam-ı Gazali’den tut İmam-ı Rabbanilere kadar, El- Cessas’tan tut İmam-ı Suyutilere kadar her asırda gelmiş ve asrını ilmi ve takvasıyla aydınlatmış âlimlerin kendilerine tabi olduğu dört mezhep imamı mı fetvada emanet ehildir yoksa senin gibi takva ve ilim fakirleri mi?
İmamı Malik ki, sünnete son derece bağlı biriydi. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e de ileri derecede saygılıydı. Yaşlandığı zamanlarda bile Medine’de herhangi bir hayvana binmez ve: “Allah’ın Peygamberinin medfun olduğu bu şehirde ben hayvana binemem. Resulullah’ın bedeninin gömülü olduğu bir toprağa hayvan üzerinde basmaktan hayâ ederim.” derdi. Hadis rivayet edeceği zaman önce abdest alır, temiz ve yeni elbiseler giyer, güzel kokular sürünür; sonra büyük bir saygı ve vakar içinde hadisi naklederdi. Acaba böyle bir edep abidesi mi fetvada ehildir yoksa senin gibi bu zamanın edepsizleri mi?
İmam-ı Malik kendilerinden hadis naklettiği kişilerin güvenilir, zühd ve takva sahibi olmalarına son derece dikkat ettiği gibi, aynı zamanda hadis ehlinden olmalarına da dikkat ederdi. Bu konudaki hassasiyetini şu sözleriyle dile getirmiştir: “(Mescid-i Nebevi’nin sütunlarını göstererek) Şu sütunların dibinde, ‘Peygamber (s.a.v.) şöyle dedi.’ diyen yetmiş kişiye rastladım. Bunların hiçbirinden bir şey almadım. Bunlar belki beytülmal kendilerine emanet edilecek kadar güvenilir kişilerdi. Fakat onların hiçbiri hadis nakletmeye ehil değillerdi.” Acaba hadis kabul etmekte ve nakletmede bu kadar titiz olan İmam Malik mi ictihatta emanet ehlidir yoksa hadis ilminden haberi olmayan sen ve emsalin mi?
Söyle bana, Kur’an bize her işte emaneti ehline vermemizi emrediyor. İctihad emanetini vereceğimiz ehil kimdir?
A- Ya ben senden apaçık bir ayet istiyorum. Sen bana emaneti ehline verme ayetini gösteriyorsun. Emanetleri ehline verme ayeti mezhep hakkında mıdır?
B- Ben direk mezhep hakkında olmadığını başta söyledim. Ama bu bir düsturdur ve bütün emanetler için geçerlidir. Hatta gözün, dilin ve aklın gibi cihazlar bile birer emanettir. Bunları ehline vermek de onları asıl vazifelerinde çalıştırmaktır.
A- Sen bana başka ayet göster. Bununla tatmin olmadım. Başka göstereceğin ayet var mı?
B- Gösteririm göstermesine, ama göstermeden önce yine aynı şeyi söyleyeceğim. Ayet-i kerimenin direk bir mezhebe tabi olmaktan bahsetmesi gerekmez. Ayetlerin külli ve umumi düsturlarını hem mezhep konusunda hem de hayatımızın diğer işlerinde tatbik edebiliriz, hatta etmeliyiz de. Kur’an’ın indiriliş maksadı zaten budur.
Âli İmran suresi 110. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten nehyedersiniz ve Allah’a inanırsınız.”
Bu ayet-i celilede bu ümmet ve bu ümmetin âlimleri Allah tarafından iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmekle vasfedilmiştir. O hâlde bu ümmetin ittifakla emrettikleri şeyin iyilik, ittifakla nehyettikleri şeyin de kötülük olması gerekmektedir. Aksi olamaz. Yani iyiliği men edip kötülüğü emredemezler. Zira bu Kur’an’ın mezkûr ayetinin beyanına zıt olur ki, bu da mümkün değildir.
Madem bu ümmetin ve bilhassa âlimlerinin emrettiği şey hayır ve nehyettiği şey de şerdir. O hâlde elbette mezhepsizlik haram ve bir mezhebe bağlanmak da vacip olmalıdır. Zira bu ümmetin âlimleri 14 asır boyunca mezhepsizliğin kötü bir şey olduğunu söyleyerek mezhepsizliği nehyetmiş ve bir mezhebe bağlanmayı emretmiştir. Şimdi bu beyanlardan bir kaçını nakledelim:
İmam-ı Gazali (r.a.) şöyle diyor: Müctehid olmayanın bir mezhep imamına tabi olması gerekmektedir. Mukallidin yani Kuran’dan ve hadislerden hüküm çıkarma gücü olmayanların, taklit ettiği ve uyduğu mezhep imamının sözü dışına çıkması caiz değildir. Çıkar diyen kimse de yoktur. Her yönden ona uyması gerekmektedir. Uyduğu mezhep imamına muhalefeti çirkin bir harekettir ve bu muhalefeti sebebiyle günahkârdır. Bu asırda yaşayanlar için de müctehid yoktur. Müctehid olmayanlar da kendilerine sorulan meseleye ancak bağlı bulundukları mezhep imamından naklederek cevap verirler. Mezhep imamının ictihadını terk etmesi caiz değildir.
Ahmed bin Muhammed Tahtavi Hazretleri şöyle diyor: Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Kurtuluş yolu Ehli Sünnet ve-l Cemaat denilen dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep Hanefi, Maliki, Şafi ve Hanbeli’dir. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine tabi olmayan, ehli bid’a olup cehenneme gider.
Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri şöyle diyor: Hakikat namazında kıblen dört mezhep olsun.
Abdülgani Nablüsi Hazretleri şöyle diyor: Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Zira dört mezhepten başkasına uymak icmadan ayrılmak olur ki, bu caiz olmaz.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri şöyle diyor: Mezhepten ayrılmak ve mezhepsiz olmak ilhad yani küfürdür. Dört mezhepten birini terk eden, boynundan İslam ipini çıkarmıştır.
İbni Melek şöyle diyor: Şimdi yeryüzündeki yaşayan bütün Müslümanlar mukallittir. Yani taklit ehli olup bir mezhebe bağlanması gerekmektedir. Bir mukallid ne kadar âlim olursa olsun ictihadda bulunamaz. Ancak müctehidlerin bildirdikleri hükümleri naklederler.
İbni Abidin ve Şevâhid-ül-hak Hazretleri şöyle buyuruyor: İslâm âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki, hicretin dördüncü asrından sonra tek başına ictihad yapabilecek âlim dünyaya gelmemiştir. Şimdi bütün Müslümanların bilinen dört mezhepten birine uymaları lazımdır. Çünkü şimdi Kur’an-ı Kerim’i ve hadis-i şeriflerin tamamını anlayıp bunlardan ahkâm çıkarabilecek ilim sahibi yoktur. Zaten bir mezhebe uyulursa Kur’an-ı Kerim’e ve Resulullah’ın sünnetine uyulmuş olur.
Celâleddîn-i Süyûtî gibi büyük bir âlim müctehid olduğunu söyleyince zamanındaki âlimler Suyûtî Hazretlerine bir soru sordular ve ona, “Önceki âlimler bu mesele hakkında iki farklı cevap vermişlerdir. İctihadın en aşağı derecesinde olan bunlardan birini seçebilir. Sen müctehid isen bunlardan birini seçip bize haber ver.” dediler. Suyûtî Hazretleri Allah’tan korktuğu için isabet edememe endişesinden dolayı birini seçmeye cesaret edemedi.
İbni Hacer Hazretleri bu olay üzerine der ki: En aşağı derecedeki ictihad olan iki haberden birini tercih etme işi böyle güç olunca mutlak müctehid olmanın imkânsızlığı anlaşılmalıdır.
Şeyhülislam Zekeriyya Hazretleri şöyle der: Mezhep imamları kapalı olarak bildirilen hadis ve ayetleri izah edip açıklamasalardı, bunların hiçbirini anlayamaz ya da yanlış anlardık.
Büyük âlim Muhammed Hadimi Hazretleri Berika kitabında buyuruyor ki: Şer’i delillerin kitap, sünnet, icma ve kıyas olarak dört olması ictihad mertebesindeki müctehid âlimler içindir. Mukallidler yani müctehid olmayanlar için delil ve senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür ve mezhep imamının görüşüdür. Çünkü mukallidler ayet ve hadisten hüküm çıkaramaz. Bunun için bir mezhebin bir hükmü ayet ve hadislere uymuyor gibi görünse de yine o mezhebe uymak gerekir. Çünkü ayet ve hadislerin tevili gerekebilir, neshedilmiş veya hükmü kalkmış olabilir. Bunu da ancak müctehid âlimler anlar.”
İmam-ı Şafi Hazretleri şöyle diyor: İmam-ı Âzam Ebu Hanife’nin görüş ve ictihadını beğenmeyene Allah-u Teâlâ lânet etsin! Çünkü bütün müctehidler İmam-ı Âzam Ebu Hanife’nin çocukları hükmündedir.
Taceddin-i Sübki Hazretleri şöyle diyor: Peygamberlerin varisi olan mezhep imamlarına karşı edepli olmalıdır. Din imamlarına dil uzatan felakete gider. Onların her sözü bir delile dayanır.
Muhammed Zahid el- Kevseri şöyle diyor: Mezhepsizlik dinsizliğe giden köprüdür.
Tahtavi Hazretleri şöyle diyor: Ehli Sünnet’in onlarca mezhebinden dört tanesi kitaplara geçmiş olup diğerleri kısmen unutulmuştur. Müctehid olmayanların bütün hareketlerinde ve ibadetlerinde bir müctehide tabi olması yani bu dört mezhepten birinde bulunması gerekmektedir.
Abdurrahman Silheti ve İmam-ı Nablusi Hazretleri şöyle diyor: Mezhep taklit etmek kitap ve sünnetten ayrılmış olmak demek değildir. Bilakis mezhep imamının kitap ve sünnetten bildiklerine uymak kitap ve sünnete uymak demektir.
Bu meselede söylenen sözlerin tamamını nakledecek olsak hususi bir kitap olabilir. Zira 14 asır boyunca her âlim bir mezhebe bağlanmanın şart olduğunu ve mezhepsizliğin caiz olmadığını beyan etmiştir. Meseleyi daha fazla uzatmamak için bu kadar nakille yetiniyor ve şimdi sana diyorum ki:
Âli İmran suresi 110. ayet-i kerime bu ümmetin hayırlı bir ümmet olarak insanlar için çıkarıldığını ve hayırlı ümmet olması altında yatan ana sebebin de iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek olduğunu bildirmiştir. Demek iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek bu ümmetin bir vasfıdır. Ve bu ümmet Efendimizin, “Ümmetim asla dalalet üzerinde birleşmez.” ifadesiyle asla batılda ittifak etmeyecektir. O hâlde şu muhakemeyi yapabiliriz:
Madem Kur’an’ın ifadesiyle bu ümmetin vasfı iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmektir.
Ve madem Peygamberimizin (s.a.v.) beyanıyla bu ümmet asla batılda ittifak etmeyecektir.
O hâlde hakkında ittifak edilen bir mesele batıl olmayıp hak olacaktır.
Ve madem hakkında ittifak edilen mesele hak olacaktır, o hâlde bir mezhebe bağlanmak da hak olmalıdır. Zira İslam âlimlerinin tamamı bu meselede ittifak etmiş ve hepsi bir mezhebe bağlanmanın şart olduğunu söylemişlerdir. Hatta sadece sözle yetinmeyip yüz bin hadisi senetleriyle birlikte bilen o büyük âlimler bile dört mezhepten bir mezhebe tabi olarak fıkhi konularda o büyük mezhep imamlarını taklit etmişlerdir.

KAYNAK: seyrangah.tv/3-bir-mezhebe-tabi-olmayi-emreden-ayetler-1.html#

0 Yorum:

Yorum Gönder