Sahabe Zamanındaki Münafıklardan Hadis Gelmiş mi, Gelmediyse Eğer Hadis Gelmediğine Delilimiz Nedir?

Soru Detayı: 

DİA, Cerh ve Ta'dil maddesinde şöyle deniliyor:" Buna göre sahâbe arasında münafıkların varlığı diğerlerinin adaletini iptal etmez. Zira münafık olduğu bilinenler zaten sahâbî sayılmaz, bilinmeyenlerin ise cerh ve ta‘dîl kurallarıyla münafık olduğunu tesbit etmek mümkün değildir. Çünkü cerh ve ta‘dîlde zâhire göre karar verilir." Buradan şu sonucu çıkardım: Sahabe tabakasına adalet yönünden cerh ve ta'dil yapılsa bile, zahire bakarak hükmedildiği için tespit edilemeyecek münafıklar var. (Elmalılı ve Beydâvî de Tevbe, 9/101 ayetinde "münafıklıkta direnenler var. Sen onları bilmezsin" kısmının tefsirinde o münafıkların ne denli ustaca kendilerini gizlediğini söyler.)
Hal böyle iken münafık olduğu bilinmeyen ve sahabe olduğu düşünülen kişilerden hadis gelmesi imkan dahilindedir. Bir tabiî, pek ala kendini ustaca gizleyen bir münafığı sahabe zannedebilir ve onun uydurduğu metni hadis olarak görüp nakledebilir.

Cevap:

Öncelikle Hz. Peygamber (asm) Efendimizin yaşadığı dönemde sünnet-i nebeviye yalandan korunmaktaydı. Münafıkların, O’nun sözlerine herhangi bir yalanı eklemeleri veya söylemediği bir şeyi söyledi gibi aktarmaları söz konusu olamazdı. Çünkü Hz. Peygamber hayatta idi. Eğer yanlış bir şey varsa hemen düzeltirdi, vahiy de devam ettiği için böyle bir şeye cüret etme imkanları da söz konusu değildi. Çünkü gizledikleri nifakları hemen açığa çıkacak ve rezil olacaklardı.
Bu sebeple Hz. Peygamber hayatta iken, münafıkların böyle bir işe girişebilme imkanları yoktur.
Hz. Peygamberin vefatını müteakip Dört Halife dönemine baktığımızda; Halifelerin, haberleri kabulde ihtiyatı esas alıp işi çok ciddi tuttuklarını pek çok rivayetten öğrenmekteyiz. İmam Zehebî, Siyeru a’lami’n-nübelâ adlı eserinde, haberleri kabulde ilk ihtiyatlı davranan kişinin Hz. Ebubekir olduğunun; Hz. Peygamberden yapılan nakillerde tesebbütü yani sözün doğruluğunu araştırma ameliyesini ilk olarak uygulayan kişinin de Hz. Ömer olduğunun muhaddisler tarafından kabul edildiğini aktarmıştır. Ayrıca Hz. Ali’nin de yemin ettirdiğini bilmekteyiz.
Şüphesiz sahabede adalet asıldır. Sahabe umumen adildir ve onların adaleti Kuran, hadis ve icma ile sabittir. Onlar vahyin yani Kuran ve Sünnetin hameleleri olup onu bizlere aktaran kimselerdir.  
Kütüb-i Sitte ravileri ile ilgili bir kitabın yazarı Yûsuf el-Mizzî (ö. 742/1341)“Sahâbiden nifakla itham edilen hiç kimseden rivayet yoktur.” demiştir. (Zerkeşî, Bahru’l-muhît,  6/188)
Sahabîlerin yaşadığı dönemde Hz. Huzeyfe gibi bir sigorta da söz konusuydu. Hz. Peygamber ona münafıkları bildirmişti. Huzeyfe’nin vefat tarihinin hicri 36 olduğunu düşünürsek bu tarihe kadar kalan münafıkların böyle bir şeye cesaret etmeleri de mümkün değildir.
Zaten münafıklar asla bilinmiyordu ifadesi doğru değildir. Çünkü bunlardan bir kısmı biliniyordu, bir kısmı da münafıklıkla itham edilmekteydi. Başta Kuran-ı Kerim onların sıfatlarını zikretmiştir. Özellikle Medine’de nazil olan Bakara, Nisa, Tevbe, Münafıkun gibi surelerde onların vasıfları anlatılmıştır. Mesela şu ayet-i kerime’de buna işaret edilmiştir: “İstersek şüphesiz onları sana gösteririz de yüzlerindeki işaretlerden kendilerini tanırsın. Kuşkusuz konuşma tarzlarından sen onları bileceksin. Allah bütün yaptıklarınızı bilir.” (Muhammed suresi, 30)
İkinci olarak şu hususu belirtmeliyiz:
Hadislere baktığımızda Buhari’de geçen bir rivayette, onları bizzat bilen Hz. Huzeyfe münafıklardan sadece 4 kişinin kaldığını ifade etmiştir. (Buhâri, Tefsir, 5)
Diğer sahabilerden de münafıkları tanıdıklarına dair rivayetler gelmiştir. Cemaatle namaza devam konusunda Abdullah b. Mesud : “... Vallahi ben öyle günümüzü görmüşümdür ki nifakı bilinen münafıkdan başka hiç birimiz cemaati terk etmiyordu.” demiştir. (Müslim, Mesâcid, 44)
Ayrıca Hz. Peygamber (asm), onların sabah ve yatsı namazlarına gelmekten zorlandıklarını da belirtmesi bunu teyid etmektedir. Tabîûn âlimlerinden Said İbnu'l-Müseyyeb (ö. 94/713) "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bizimle münafıklar arasında yatsı ve sabah namazlarında hazır bulunma farkı vardır. Onlar bu iki namaza muktedir olamazlar." demektedir. (Muvatta, Salatu'l-Cemaa 5, 1/130)
Tebuk savaşına katılmayanlar arasında bulunan sahabilerden olan Kab b. Malik, Rasûlullah gazaya gittikten sonra kendisinin insanların içine çıktığını ve ara­larında dolaştığını, rastladığı kişileri anlatırken münafıklık damgası yemiş kimseleri” gördüğünü belirtir. (bk. Buhari, Megazi, 81; Müslim, Tevbe 9)
Bu da söz konusu kişilerin bilindiğini gösterir.
Münafıkların Uhud savaşına katılmayarak geri dönemleri, Mescid-i Dırar’ı inşa etmeleri, ifk hadisesi gibi olaylar nifaklarının ortaya çıkmasına vesile olmuştur.
Üçüncü olarak da şunu ifade edebiliriz:
Müksirun sahâbileri, yani çok hadîs rivayet edenleri zaten tanımaktayız. Haklarında ne önce ne sonra herhangi bir sıkıntı yoktur. Hadisçilerin metin tenkidi dedikleri sahâbî döneminde de vardı. Anlamadıkları ve garip karşıladıkları rivayetler konusunda susmamışlar, hakkında araştırma yapmışlardır.
Bunu, bildiğimiz büyük sahabiler hakkında bile yapmışlardır. Nerede kaldı ki münafık olarak bildikleri ya da itham altında olanlara imkan tanısınlar. Bunun örneklerine hadîs kitaplarımızda rastlamaktayız.  
Netice olarak sorunun cevabı şu şekilde özetlenebilir:
1. Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde münafıkların böyle bir işe tevessül etmeleri mümkün değildir. Belki teşebbüs etseler bile başarılı olma imkanları yoktur.
2. Hz. Peygamber’in hayatının son zamanlarında münafıklar kalmamıştı. Kalanlar varsa da sayıları çok az idi. Sahih bir rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ashabım içinde 12 tane münafık vardır. Bunlardan sekiz tanesi bir devenin iğne deliğine girmesi mümkün olmadığı gibi onlar da cennete giremeyeceklerdir.” (Müslim, Sıfatü’l-münafikin, 9)
3. Hz. Peygamber, Huzeyfe b. el-Yeman’a münafıkların isimlerini bildirmiştir. Sahabiler ve münafıklar bunu biliyorlardı. Eğer Hz. Peygamber hakkında bir yalan uyduracak olsalar Hz. Huzeyfe’nin onları açıklayıp rezil edeceğini iyi biliyorlardı.
4. Sahabiler, münafıkları kesine yakın bir şekilde bilmekteydiler. Allah, onları pek çok yerde de açığa çıkarmıştı. Uhud’da savaşmaktan vazgeçip ayrılmaları, Mescid-i Dırar’ın yapılması olayı, İfk hadisesi gibi…
5. Şayet onlar Hz. Peygamber’in hadislerine yalan karıştırsaydılar veya inanla ilgili bir şeyi değiştirmiş olsalar, haramı helal, helali haram yapsalardı, bu hüküm Kuran-ı Kerim’e ve sabit sünnete zıt olurdu. O zaman hayatta olan sahabiler çoktu. Bu duruma müdahale eder ve düzeltirlerdi.
Abdullah b. Mübarek’e “Mevzu rivayetler çoğaldı. Bunlar nasıl anlaşılacak” diye sorulunca şu cevabı vermiştir: “Büyük alimler (cehabize) bunun için yaşamaktadır.”  demiş peşinden Hicr suresi, 9. ayeti okumuştur: “Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.”  (bk. Nureddin Itr, Menhecü’n-nakd, 1/484)
Şüphesiz mevzu rivayetleri ortaya çıkarmak ve sahih sünneti korumak için alimler bulunmakta olup bunlar vazifelerini hakkıyla ifa etmişlerdir. Tıpkı araçlardaki kusurları ortaya çıkaran ekspertizler gibi onlar da rivayetlerdeki gizli kusurları bulma konusunda uzmandırlar. Özellikle hadislerin tedvin ve tasnif dönemlerinde sayıları oldukça fazladır.
Onlar sorumluluklarını bilmiş ve onu yerine getirmişlerdir. Bizim şu anda sorumlu olduğumuz husus ise, makbul olan hadisleri anlamak ve onlarla gücümüz yettiği ölçüde amel etmektir.
KAYNAK: sorularlaislamiyet.com/sahabe-zamanindaki-munafiklardan-hadis-gelmis-mi-gelmediyse-eger-hadis-gelmedigine-delilimiz-nedir

1 yorum:

  1. soruyu rivayetlerle ihtimallerle cevaplamak.. güzel metod! Zandan kaçınmamız gerekmez mi? Bir soru da ben sorayım hadi.

    YanıtlaSil