"Vahyi Gayri Metluvun Olmadığının 6 Delili - Kuran Dışı Vahiy Neden Olamaz?" İsimli Videoya Cevap Verir misiniz?

Bu yazıda Allahın izni ile aşağıdaki videoya cevap vermeye çalışacak, karşı tarafın hadis konusunda ne kadar bilgisiz, delillerinin de ne kadar zayıf olduğunu göstermeye çalışacağız.



1. Delile Cevap - Bakara suresi 282. ayetteki "yazın" emri hakkında aşağıdakı görüşler vardır:
“Yazın” emrinin bağlayıcı bir emir (âmir hüküm) olup olmadığı tartışılmıştır. Dört mezhebin imamlarının içinde bulunduğu çoğunluğa göre burada, borcu güvence altına almak için öngörülen tedbirleri ihtiva eden emirler tavsiye niteliğindedir, yapılırsa daha iyi olur (mendup) kabilinden bir hüküm getirmektedir. İbn Atıyye de bu görüşü savunmuştur (I, 379). Taberî, Dâvûd ez-Zâhirî, Atâ gibi fıkıhçı ve tefsircilere göre bu emir bağlayıcı hüküm getirmektedir, yazmak farzdır, terkeden günahkâr olur. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 446-448)
Video sahipleri iddianın devamında: "Peki, bu kadar önemli rivayetler neden yazılmadı da, sözlü olarak rivayet edildi?" sorusunu sormaktadırlar. 

İddia sahipleri hadislerin yazılmaması hakkındaki bilgileri de hadislerden, siyer kitaplarından aldıklarının, eleştirdikleri kaynaklardan kendi iddialarını sağlama almak için delil çıkardıklarının, acaba, farkındalar mı?

"Peki, bu kadar önemli rivayetler neden yazılmadı da, sözlü olarak rivayet edildi?" sorusuna gelince verilebilecek birçok cevap vardır.

İslam dini gelinceye kadar geçerli din Hristiyanlık idi. Hz. İsa ile Hz. Muhammed (asm) arasındaki 600 sene içerisinde -Kuranın da ifadesiyle- İncille amel edenler kurtuluyorlardı. Peki, en erken İncil ne zaman yazıya alındı? En az Hz. İsadan 70 sene sonra.

Peki, İncil yazıya -en az- 70 sene sonra alındı diye, İslama kadar gelmiş insanlar dinsiz mi olmalıydı?
Veya İslama kadar yaşamış Ehl-i Kitabın kurtulduğunu söyleyen ayetler, İncilin yazıya geç alınması sebebiyle geçersiz mi oldu? 
Elbette ki, hayır!

Demek her emrin hüküm ifade etmesi için, yazıya hemen alınması gerekmez! 

Üstelik Hz. Ebubekir, Ebu Hüreyre, Abdullah ibni Abbas, Abdullah bin Amr ibni As (r.anhum) gibi birçok sahabi hadisleri daha Peygamberimizin zamanında yazıyorlardı. 

Zaten Kuran da Hz. Ebubekir (ra) zamanında toplanmadı mı? Kuran'ı inkar mı etmeliyiz?

Buhari'nin sahihine giren bir hadisin Müslim'in sahihine girmemesi, onların "Benim kitabımdakilerden başka sahih hadis yoktur" sözlerinin olduğu anlamına gelmez. Zaten hiç bir muhaddisin böyle bir iddiası olmamışdır.


Hadisler farklı muhaddisler tarafından toplandığı için sahih, hasen, zayıf gibi tasniflerde sayıların farklı olması tabiidir.
Hadislerin sahihlik kriterleri muhaddise göre –az da olsa- farklılık arz edebilir. Ama sonuçta başka hadislerle ve başka delillerle birlikte desteklenebilir.

İlave bilgi için tıklayınız:
Hadisler Delil Olsaydı Yazıya Alınırdı - 1 
Hadisler Delil Olsaydı Yazıya Alınırdı - 2 
Hadislerin Yazıya Alınma İşlemine Neden Güvenelim?

2. Delile Cevap - "Peygamber nefis arzusu ile konuşmuyor, dolayısıyla hata yapmaz" sözü Ehli Sünnetin görüşü değildir. İddia sahipleri bu görüşü Ehli Sünnetin görüşü gibi nakledip, sonra bu düşünceye karşı geliyorlar.

Peygamberimizin (asm) ağzından çıkan her sözün vahiy olduğunu iddia eden yoktur. 

Kuran dışı vahiy, sadece "Ümmetim, şunlar haram, şunlar mekruh, şunlar helaldir" gibi hüküm içeren hadislerdir. 

Tahrim suresi 1. ayetteki olayın tefsirine kulak verelim:
Bu âyetlerin iniş sebebi olarak tefsir ve hadis kaynaklarında zikredilen olaylarla ilgili rivayetler ayrı ayrı ele alındığında konuya ışık tutar nitelikte olmakla beraber, Taberî’nin belirttiği üzere âyetlerin ifadesine bağlı bir yorum yapmak daha isabetli görünmektedir. Buna göre 1. âyetten çıkan mâna şu olmaktadır: Hz. Peygamber esasen helâl olan bir şeyi kendisine yasaklamıştı; Allah Teâlâ tarafından, eşlerinin hatırına veya onlar sebebiyle kendisini böyle bir mahrumiyete itmesinin doğru olmadığı bildirilmiş, 2. âyette de böyle bir karar yemin eşliğinde verilmiş olsa bile, üzerinde sebat edilmesi uygun olmayan yeminlerden vazgeçip kefâret ödeme tarzında şer‘î bir yol bulunduğu hatırlatılmıştır (bk. Mâide 5/89). Yasağın konusu câriyesine yaklaşmama, bir şeyi yememe veya içmeme olabileceği gibi başka bir şey de olabilir. Hz. Peygamber’in kendisi için koyduğu bu yasak kararını alırken yemin edip etmediği kesin olmamakla beraber yemin ettiğine dair bazı rivayetler bulunmaktadır. Bunlarda geçen “îlâ” kelimesi bir kısım âlimlerce Bakara sûresinin 226. âyetinde geçen anlamıyla belirli süre eşlerine yaklaşmama yemini olarak, bazılarınca ise mutlak anlamda bir yemin olarak anlaşılmıştır. Bu âyetlerin inmesini takiben Resûlullah’ın yemin kefâreti ödeyip ödemediği kesinlik taşımamaktadır; ödediğine dair rivayet de farklı biçimlerde (dinî vecîbe olan yemin kefâreti, ihtiyaten yaptığı bir tasadduk veya bir şükran ifadesi olabileceği şeklinde) değerlendirilmiştir. 3. âyette sözü edilen eşlerle ilgili rivayet farkları bulunmakla beraber, kendisine sır verilen eşin Hz. Hafsa, bu sırrın kendisine açıldığı eşin Hz. Âişe; dolayısıyla 4. âyette kendilerine hitap edilen iki hanımın bunlar olduğu genellikle kabul edilir (bk. Taberî, XXVIII, 155-159; Elmalılı, VII, 5084-5116; Derveze, X, 143-149).

Elmalılı, konuya ilişkin rivayetleri tahlile tâbi tuttuktan sonra ulaştığı sonuç özetle şöyledir: Hz. Peygamber’in, eşlerinden birine sır olarak söylediği bir sözü o tamamen koruyamamış, yine Resûlullah’ın eşleri içinden en çok samimi olduğu birine çıtlatmış, bundan haberdar olan Hz. Peygamber ona sitem etmiş, bunun üzerine ikisi birbirine arka çıkıp kendisinden bazı maddî taleplerde bulunarak diğer eşlerini de ilgilendirecek tarzda bir dayanışma içine girmişlerdi. Bu durum karşısında Resûlullah, hem dünya hayatının kendi nazarındaki önemsizliğini anlatmak hem de ailesine karşı eğitici bir tedbir uygulayarak onların gerçek iradelerini yoklamak üzere mûtat aile hayatını terketti, dargın bir halde onların odalarında bulunmak yerine îlâ yemini yapıp kendine ait odasında bir ay uzlete çekildi. Resûlullah’ın bazan itikâfa çekilmek sünnet-i seniyyelerinden olduğu için başlangıçta bu durum fark edilmedi. Fakat bir süre sonra ezvâc-ı tâhirâtın hepsi Resûlullah’ı gücendirmiş olmak endişesiyle hüzünlendiler ve odalarında ağlaşmaya başladılar. Böylece “Peygamber bütün eşlerini boşamış” diye bir söylenti yayıldı ve sahâbe-i kirâmı bir telâş sardı. Buna karşılık o sıralarda ortalıkta, Suriye tarafında Bizans hâkimiyeti altında yaşayan hıristiyan Araplar’dan Gassânîler’in müslümanlara karşı savaş hazırlığı içinde bulundukları haberi dolaştığından, münafıklar bu yeni gelişmeden büyük memnuniyet duydular. Hz. Peygamber uzlete çekilişinin 29. gününün bitiminde eşlerine döndü; onun eşlerini boşamadığı haberini de sevinç içinde Hz. Ömer duyurdu. Sûrenin asıl nüzûl sebebi bu îlâ yeminidir, anlatılan diğer olaylar ise buna götüren sebep ve mukaddimeler olmalıdır (VII, 5084-5085, 5094, 5113, 5115).

Bizzat Hz. Peygamber’in hayatından örnek gösterilmesi gereğine binaen belirli olaylara gönderme yapan somut anlatım üslûbunun seçildiği bu âyetlerle kuşkusuz o sırada yaşanan bir probleme çözüm getirilmiş ve âyetlerin nüzûlü örnek neslin yetiştirilmesinde etkili olmuştu. Fakat öyle görünüyor ki burada verilmek istenen kalıcı mesaj şu iki ana noktada toplanmaktadır:

a) Peygamberliğin mahiyeti: Resûl-i Ekrem’den önceki peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Îsâ’nın mesajının doğru algılanmayıp peygambere tanrılık yakıştırılması, gerek onun müntesipleri gerekse başka bazı dinlerde kendilerini toplumdan soyutlayan ruhanîler sınıfı oluşup bunların Tanrı adına otorite kullanır hale gelmeleri Kur’an’ın eleştirdiği bir olgu idi ve Hz. Peygamber de ümmetinin benzer duruma düşmemesi için uyarılar yapıyordu. Resûlullah’ın omuzlarındaki ulvî görevin tamamlanmasına artık fazla zaman kalmadığı bir sırada, bu âyetlerde onun beşerîlik yönünün ve vahyin kontrolü dışında kalabilecek dinî nitelikte bir tasarrufunun olamayacağının özel olarak vurgulanması bu açıdan ayrı bir önem taşımaktaydı. İlk âyette “ey Peygamber” diye hitap edilerek onun vahiy alma özelliği, Kur’an’ı tebliğ ve açıklama görevi açık biçimde belirtildiği gibi, “Allah’ın sana helâl kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun?” mealindeki ifade ile de bir yandan onun bu özelliği sebebiyle dinî içerik taşıyan davranışlarının, çevresinde nasıl algılanacağına, diğer yandan ise esasen onun da bir beşer olduğuna dikkat çekilmektedir. Bir başka anlatımla, âyetteki fiil (meselâ, A‘râf 7/32; Tevbe 9/37 âyetlerinde olduğu gibi), dinî bir terim olan “haram kılma”yı ifade etmemekte, hele Hz. Peygamber’in Allah’ın helâl kıldığını değiştirme teşebbüsünde bulunup da vahyin bunu düzelttiği gibi bir anlam bulunmamaktadır. Sözün akışı, bağlamı ve nüzûl sebebi olarak zikredilen olaylar Resûlullah’ın bir beşer olarak kendisi için koyduğu geçici bir yasağın söz konusu olduğunu ama âyetin bunun yanlış anlaşılmasına karşı bir önlem olarak geldiğini göstermektedir. Burada “eşlerini hoşnut etmek arzusuyla” şeklinde bir kayda özel olarak yer verilmesi de bu anlamı daha belirgin hale getirmektedir. 2. âyette gerekli durumlarda yeminin bozulmasına ilişkin hükmün Allah’a izafe edilmesi de peygamberin kendiliğinden bir hüküm koymasının söz konusu olamayacağının ve asıl teşrî iradesinin yüce Allah’a ait olduğunun ayrı bir ifadesidir.

b) Aile sorumluluğunun önemi ve çok eşlilik hükmü: Kur’an’ın ilk muhatapları olan toplumun realitesinden hareketle ve istisnaî durumlarda uygulanmak üzere dört sayısıyla sınırlandırılarak birden fazla kadınla evlenmeye müsaade edilmiş, haksızlık etme endişesinin bulunması halinde tek kadınla yetinme emredilmiş ve ardından, “Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır” buyurularak hükmün gerekçesi açıklanmıştı (Nisâ 4/3). Konumuz olan âyetlerde, “Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz” meâlindeki âyette ifadesini bulan (Nisâ 4/129) insanî realitenin çok açık bir ispatı olarak Resûlullah’ın aile hayatından bir örnek verilmekte ve aile hayatının kendine özgü zorluklarına işaret edilmektedir. Bazı hikmetlere ve sosyal sebeplere binaen hayatının belirli bir döneminden sonra çok kadınla evli olması uygun görülen Hz. Peygamber’in dahi bir insan olarak bu hakikati bertaraf etmesinin mümkün olmadığı ortaya konmakta, dolayısıyla birden fazla kadınla evlenebilme hükmünün amacı üzerinde dikkatle düşünülmesi gerektiği mesajı verilmektedir. Nitekim Resûlullah’ın yeme içme, aile hayatı, yaşama gibi eylem ve özellikleri onun beşerî yönüyle ilgili olduğu için kendisinden olağan üstü yollarla insanın doğasındaki bu gerçeği aşması istenmemiş; sadece, şu meâldeki âyette eşlerinin aklına ve gönlüne hitap ederek bulundukları konumu hatırlatması ve bu konuda bir tercih yapmalarını istemesi uygun görülmüştü: “Ey Peygamber! Eşlerine şöyle de: Dünya hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız gelin size bir şeyler vereyim sonra da güzellikle sizi serbest bırakayım. Yok eğer Allah’ı, resulünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız şunu bilin ki Allah, içinizden iyiliği seçenlere büyük bir ödül hazırlamıştır” (ayrıca bk. Ahzâb 33/28-29). Hz. Peygamber’in özel hayatına ilişkin bu örneğin tamamlanmasının hemen ardından 6. âyette bütün müminlere hitaben soyut bir uyarı ifadesine yer verilmesi de, söz konusu örneğin asıl mesajlarından birinin aile sorumluluğunun ağırlığını belirtmek olduğunu göstermektedir. Konumuz olan âyetlerin nüzûl sebebi olarak aktarılan olayların, Hz. Peygamber’in eşleri arasında kıskançlık sâikiyle çıkan bir tatsızlığın veya kendisinden daha müreffeh bir hayat istemelerinin onu üzmesi yüzünden, kendisi hakkında böyle bir yasak kararı verdiği noktasında birleştiği dikkate alınırsa, birinci sebebin çok eşlilik, ikinci sebebin de hemen bütün aile ilişkileri bakımından bütün zamanlar için geçerli olan hayat standardını yükseltme ve refah seviyesini geliştirme arzusu şeklinde iki temel problemle ilgili olması ilgi çekicidir.

Resûl-i Ekrem’in peygamberlik sıfatının gereklerine uymayı yani tebliğ ettiği hükümleri benimsemeyi Allah’a itaat kapsamında değerlendiren pek çok âyet bulunduğu gibi, beşer olduğunu hatırlatan âyetlerin onun sıradan bir insan olduğu biçiminde anlaşılmaması ve örnek kişiliğinin göz ardı edilmemesi için de Kur’an’da ve hadislerde birçok uyarı ifadesi yer alır. Bu sûreye mushaf sıralamasında, evliliğin sona ermesini belirli kurallara bağlayan Talâk sûresinden sonra yer verilmesi de Resûlullah’ın bu konudaki örnek konumuyla ilgili özel bir anlam taşımaktadır. Şöyle ki, Talâk sûresinin ilk âyetinde açıklandığı üzere orada sûreye “ey Peygamber” şeklinde başlanmakla beraber çoğul zamirler kullanılarak müminlere hitap edilmiş ve mecbur kalınıp evlilik birliğine son verilmesi halinde uyulması gereken hükümlerden söz edilmişti. Burada ise 5. âyette, eşlerine hitap edilerek “Eğer sizi boşayacak olursa, rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi (...) eşler verebilir” buyurulurken bizzat Hz. Peygamber’in evlilik hayatından söz edilmekte, ama “boşayacak olursa” şeklinde varsayım içeren bir ifadeye yer verilmektedir. Bu, –tarihî bilgilerin de desteklediği üzere– göreviyle ilgili hikmetler gereği çok sayıda kadını nikâhı altında bulunduran ve iyi bir eş olma hususunda da müminlerin nazarında model şahsiyet olan Hz. Peygamber’in bütün zorluklara rağmen boşama yoluna hiç gitmediğini ortaya koymaktadır. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 402-408)
Görüldüğü üzere ayet, Peygamberimizin (asm) bir şeyi tüm ümmete yanlışlıkla yasaklamasından değil, helal olan bir şeyden kendisi için adeta harammış gibi kaçınma kararı almasından bahsetmektedir. Video sahiplerinin iddia ettiği gibi Peygamber hüküm konusunda yanılmamıştır.

Ayrıca bu kararın alınması ne haramdır, ne de mekruhtur. Sadece daha güzel olan bir şeyin terkedilmesidir. Allah (cc) da bu yüzden Peygamberini (asm) uyarmaktadır. 

Peygamberlerin yaptığı bu gibi küçük hatalara zelle denir.

Dolayısıyla, Kuran dışı vahiy vardır, iddiası dinimizi çelişkili din haline getirmez.

İlave bilgi için tıklayınız:
Peygamberler Günah İşler mi?
Peygamberler Masum mudur?

3. Delile Cevap - Peygamberimizin (asm) her sözünün vahiy olduğunu iddia eden yoktur. 

Kuran dışı vahiy, sadece "Ümmetim, şunlar haram, şunlar mekruh, şunlar helal" gibi hüküm içeren hadislerdir.

Zannediyoruz ki herkes neyin hüküm bildirip, neyin hüküm bildirmediğini anlayacak düzeydedir. En azından bu işin avamı olan bizler, bu konuları ömrünü ilme adamış alimlere bırakmalıyız.

"Peygamber (asm) birkaç kişiye X eylemini yapın" demişse, bu, tüm ümmet için bağlayıcıdır. 

Aynı metod Kuranda da vardır. Kuranda birkaç kişiden bahseden kıssalar mevcuttur ve bu kıssalardan her kes bir hisse götürmek zorundadır.

İddia sahipleri, ya bu delilin cevabını bilmeyecek kadar bilgisizler, ya da bunları insanlardan gizliyorlar.

4. Delile Cevap - İddia sahiplerine şunları soruyoruz:

Kuranda gerek din, gerekse de yaşam konusunda Peygambere (asm) itaat ve ittiba emredilmiş (Nisa 59, 65, 80; Haşr 7; Ahzap 36; Ali-İmran 31 vb.) ve O'nun vahiyden başka sözü din adı altında iletmeyeceği bildirilmiş iken (Necm 3-4) nasıl oluyor da Kuranda vahy-i gayrı metluv'a başka deliller arıyorsunuz?

Bu haliniz iman etmemek için sürekli yeni mucize isteyen Mekke müşriklerine benzemiyor mu?

5. Delile Cevap - Kuranda Levhi Mahfuz için de "apaçık" tabiri kullanılmıştır. Acaba, Levh-i Mahfuz'u açıp okuyabiliyor musunuz?

Kuranın her detayı içerdiğini ve hadislere gerek kalmadığını söyleyenlere tek bir sorumuz var:
"Hac, bilinen aylardır..." (Bakara, 2/197) mealindeki "bilinen aylar"ın hangi aylar olduğunu açıklayan bir Kuran ayeti var mı?

Yukarıdaki soruyu sorduğumuz zaman verilebilecek tek cevap şu oluyor:
Onlar bilinen aylar zaten, Rasul açıklamıyor. Siz, haram ayları hadislerden öğrenmediniz ki. Daha hadisler yokken, hatta peygamber bile yokken haram aylar insanlar tarafından biliniyordu.

Bu iddiaya da cevabımız şudur:
Kuranda 4 haram ay olduğu bildirildiği halde sadece Ramazan ayının ismi geçer. "O günki insanlar hangi aylara haram ay diyorlardı?" sorusunun cevabı Kuranda var mı? Arap olmayan ve "Sadece Kuran" diyen birisi haram ayların hangi aylar olduğunu nereden öğrenebilir? O günki insanların "şu aylar haram aylardır", sözlerinin %100 doğru bir şekilde bu güne ulaştığına nereden emin olabiliyorsunuz?
Eğer emin olabiliyorsanız, aynı derecede tevatürle bu güne ulaşmış hadisleri ve bu hadislerde mevcutluğu bildirilen vahy-i gayrı metluv'u neden inkar ediyorsunuz?

Değerli kardeşlerimiz! Tek bir somut örnek üzerinden "Kuran detaylıdır. Hadislere gerek yoktur", iddiasının ne kadar yanlış olduğunu gördük.

Peki, Kuranın detaylı olması hakkındaki ayetleri nasıl anlamalıyız?

Bir öğretmen düşünün. Bu öğretmen, öğrencilerine birer ders kitabı veriyor, bu ders kitabının detaylı olduğunu ve sınav sorularını bu kitap doğrultusunda hazırlayacağını bildiriyor. Kitabı açıp içine bakan öğrenci, her dersin sonunda "Konuda bahsi geçen falan şey hakkında bilgi edinmek için şu kaynağa müracaat edin" yazısının olduğunu görüyor. 

Sınav günü geldiği zaman öğrencilerden kimisi tüm sorulara doğru cevap verdiği halde, bazıları birçok soruyu yanıtlayamıyor. 

Tahmin edin bakalım tüm soruları doğru cevaplayanlar kimler? Evet, her dersin sonundaki kaynağı da öğrenen kimseler.

Şimdi soruları cevaplayamayan öğrencilerin, "Hocam, bu sınav adaletsiz. Kitap deyaylıdır, dediniz, ama birçok detay yoktu" deme hakkı var mı? Elbette ki hayır.

O kitap detaylı idi. Kitabın detayı ise, detayı öğrenilebilecek kaynağı gösteriyor oluşunda idi.

Aynı şekilde Kuran da detaylıdır. Genel prensipleri açıklar, detay için ise Rasulullaha yöneltir. Kitabın detayı işte budur! (Nisa 59, 65, 80; Haşr 7; Ahzap 36; Ali-İmran 31)

6. Delile Cevap - İki sahih hadis veya bir sahih hadis ve bir Kuran ayeti arasında hiçbir çelişki yoktur ve söz konusu olamaz.

"Hadisler vahiy olduğu halde neden yazılmadı?" sorusu aslında cevabı iddia sahipleri tarafından bilinen bir sorudur. 

Adından bile anlaşılıyor: Vahy-i Gayrı Metluv = Tilavet Edilmeyen (Okunmayan) Vahiy
Bu tür vahyin manası Allaha ait olsa da, lafzı Nebiye (asm) ait olduğundan yazılmıyordu.

İlave bilgi için tıklayınız: 
Veda Hutbesinin Üç Farklı Versiyonda Olmasının Sebebi Nedir?
Hadisler Çelişebilir mi?
Necm Suresine Göre Kuran Dışı Vahiy Var mıdır?
Sünnet Bağlayıcı mı? Kaynağı Vahiy mi?

1 yorum:

  1. Elinize sağlık. Gayet açıklayıcı olmuş. Allah razı olsun

    YanıtlaSil