"Alimlerden Çok mu Biliyorsunuz? Bunca Alim Ulema Yanlış Bir Siz mi Doğrusunuz?" İsimli Videoya Cevap Verebilir misiniz?

Değerli kardeşlerimiz,

Önce bahsi geçen videoyu izleyelim, sonra da Allahın izni ile iddiaları cevaplayalım. Ama bir ateiste Allahı anlatmak için kullanabileceğimiz vakti böyle boş iddiaları cevaplamak için kullanmak mecburiyetinde kaldığımıza üzülüyoruz, bu vakit hırsızlığının hesabını mahşerde soracağımızı belirtmek isteriz.


İddia 1:
"Bir iddianın doğruluk seviyesi, o iddiayı öne süren kişinin bilgi seviyesi ile ölçülemez. Eğer ölçülür, diyorsanız, şu sorularla yüzleşmeniz gerekir:
1) Hristiyanlık yanlış, diyoruz. Peki, Papadan daha mı çok biliyoruz?
2) Ateizm yanlış, diyoruz. Peki, ünlü ateist Richard Dawkins'den daha mı iyi biliyoruz?

Bu tür sorular çoğaltılabilir. Alimlerden çok mu biliyorsunuz, safsatası, her türlü inanca uygulanabilir."

Cevap 1:
Elbette ki bir idddianın doğruluk seviyesi, o iddiayı öne süren kişinin bilgi seviyesi ile ölçülemez. Peki, ne ile ölçülür? Bir iddianın doğruluk seviyesi o iddiaya kaynak gösterilen şeyin ne kadar sağlam olması ile ölçülür.

Bu yüzden Hristiyanlık yanlıştır, dememizin sebebi Papanın ne kadar bilgili olup olmaması değil, hristiyanlığın dayandırıldığı kaynak olan İncil'in tahrif olunmuş bulunması, günümüzde sağlam olmamasıdır.

Ateizm yanlıştır, dememizin nedenini herhalde belirtmemiz gerekmemektedir. Bir iyne bile ustasız var olamazken, bu kainatın ve onun müthiş düzeninin tesadüfen oluşduğunu söylemenin ne kadar cahilce olduğu ortalıktadır.

İkincisi, biz her bilgili kişinin her dediği doğrudur dememekteyiz. Bizler diyoruz ki, siz ömrünü ilme adamış her dini kelamını bir delil ile esaslandıran İbnu Abbas, Cabir ibni Abdullah, İmam Azam, Malik bin Enes (radıyallahu anhum)'dan daha mı çok biliyorsunuz ki, şefaati, kabir azabını, hadislerin kaynak olduğunu inkar ediyorsunuz?!

İddia 2:
"Siz, alim dediğiniz kişilerin bizden daha çok bildiğini nereden biliyorsunuz? Alimlerden çok mu biliyorsunuz, sorusunu sorabilmeniz için alim dedikleriniz kadar bilgili olmanız ve alim dediklerinizin bilgisinin bizim bilgimizden daha çok olduğunu görebilmeniz lazım. Siz onlar kadar bilgili değilseniz, alim dediğiniz kişilerin bilgili olduğunu nereden biliyorsunuz?.."

Cevap 2:
Video'daki arkadaş da onaylar ki, Prof. Dr. Caner Taslaman bu videoyu hazırlayan kişilerden çok daha bilgili birisidir. Caner Taslamanın gerek felsefe, gerekse de din alanında bu videoyu hazırlayan kişilerden daha bilgili olduğunun bir diğer delili de Caner Taslaman konuşmalarının Sorgulayan Müslüman kanalına bir kaynak olmasıdır. Elbette ki, kaynak, alıntı yapan kişilerden daha bilgili biri olacaktır...

Ama bir televizyon programında hadislerin kaynak olamayacağını savunan Caner Taslaman, Ehl-i Sünnet akaidini müdafaa eden Yrd. Doç. Dr. Ebubekir Sifil'in önünde bilgi bağlamında zor anlar yaşadı. Örneğin, zayıf hadisin hükmünü bilemedi; Ebu Davud'un "Sünen" isimli eserini neden yazdığını bilemeyip, hadisleri toplamak için yazdı, dedi. Elbette ki Ebubekir Sifil hocamız İmam Azam, Malik bin Enes kadar büyük alim değildir. Fakat Caner Taslaman'dan dini bilgi bakımından daha çok malumatlı olduğu ortadadır.

Madem Prof. Dr. Caner Taslaman bu videoyu hazırlayan kişilerden çok daha bilgili birisi, ve madem Ebubekir Sifil Hocaefendi Caner Taslaman'dan dini bilgi bakımından daha çok malumatlı, o halde diyebiliriz ki bu videoyu hazırlayan kişiler değil İmam Azam, İmam Nesefi'den, hatta birçok Ehl-i Sünnet ilahiyatçılardan bile daha bilgisizler. Bunu İhsan Şenocak Hocaefendi ile Abdulaziz Bayındır'ın; Ebubekir Sifil Hocaefendi ile Caner Taslaman'ın; bu fakir kardeşiniz ile Cübbesiz Mahmut'un münazaraları ve diğer tartışmalar da isbat etmektedir. 

Aynı zamanda mealci camiasının en alim kişisi olan Mustafa İslamoğlunun Ahmed ibnu Hanbelin müsnedine attığı iftira (Ahmed ibnu Hanbel devletle takıştıktan sonra müsnedindeki zalim sultanlar hakkındaki rivayetlerin tümünü çıkardı), ona müsnedden delillerle cevap veren İhsan Şenocak Hocaefendi'ye tutarlı bir yanıt verememesi de Mustafa İslamoğlunun Ahmed ibnu Hanbelin müsnedinden habersiz olduğunu, kulaktan dolma bilgilerle Ahmed bin Hanbel'e saldırdığını, dolayısıyla en alimleri olan Mustafa İslamoğlu bu durumda iken bu videoyu hazırlayanların alimlerden daha bilgisiz olduğunu isbat eder. 

Daha doğru düzgün arapça bilmeyen kişinin: "Alim dediğiniz kişilerin bizden daha çok bildiğini nereden biliyorsunuz?" demesi çok vahimdir.

Bu halde video'daki müslümanın "Siz, alim dediğiniz kişilerin bizden daha çok bildiğini nereden biliyorsunuz?" sorusunu cevaplamış olduk. Birazdan paylaşacağımız ayetler de bizlerin ilimde rasih olan alimlerden daha bilgisiz olduğumuzu isbat edecektir.

Gelelim hayatımız boyu gördüğümüz en saçma sorulardan birine - "Siz onlar kadar bilgili değilseniz, alim dediğiniz kişilerin bilgili olduğunu nereden biliyorsunuz?" sorusuna.

Bu sorunun ne kadar hatalı olduğunu aşağıdakı örnekler üzerinden görebiliriz:

- Bir maddeye altın diyebilmeniz için, kendiniz de altın olmalısınız ve o maddenin ne olduğunu öyle anlamalısınız?

- Bir yılanın zehirli olduğunu diyebilmeniz için, kendiniz zehir olmalısınız. Böylece yılanın dişlerindeki maddenin kendiniz gibi zehir olup olmadığını anlarsınız?

Bu örnekler çoğaltılabilir. Ama bir örnek daha verelim. Sorgulayan Müslüman kanalına "Abdülaziz Bayındır ile ilişkiniz var mı?" sorulduğunda şu cevabı vermişler: "Kuranla alakası olan her hocayla az çok ilişkimiz var".

O halde onlara deriz ki:

- Siz birinin Kuranla alakasının olup olmadığını söylemeniz için, bir mushaf olmalısınız. Eğer mushaf olursanız, onun sizi okuyup okumadığını anlarsınız. Aksi halde asla anlayamazsınız.

Muhtemelen, Sorgulayan müslüman kanalı bu saçmalığa karşı çıkacaktır. Biz de "Siz onlar kadar bilgili değilseniz, alim dediğiniz kişilerin bilgili olduğunu nereden biliyorsunuz?" saçmalığına karşı çıkıp diyoruz ki: Nasıl ki bir hocanın Kuranla ilişkili olup olmamasını, bir yılanın zehirli olup olmamasını tavırlarından anlarız, aynı şekilde birinin alim olup olmadığını da eserlerinden, ilme verdiği değerden vs... anlarız!

İddia 3:
"Görüşlerini yanlış bulduğumuz kişilerin bizden daha bilgili olması onların görüşlerini doğru mu yapar? Yani sırf bir matematik profesörü dedi diye, beş artı beş, on iki yapar mı?.."

Cevap 3:
Daha önce de dediğimiz gibi, bir idddianın doğruluk seviyesi, o iddiayı öne süren kişinin bilgi seviyesi ile ölçülemez. Bir iddianın doğruluk seviyesi o iddiaya kaynak gösterilen şeyin ne kadar sağlam olması ile ölçülür.

Alimlerin görüşlerinin doğru olmasının nedeni onların bizden daha bilgili olmaları değil, sağlam kaynaklara dayanmalarıdır.

Videoyu hazırlayan müslümanlar ve bizim tartışma ve tereddütsüz kabul ettiğimiz tek kaynak var: Kuran-ı Hakim. Yine bizim tereddütsüz kabul ettiğimiz sahih hadislere onlar güvenmemektedir. Dolayısıyla, o kardeşlerin alimlere itibar etmesine neden olacak tek şey var, o da Kuran'ın alimlere itaati emretmesi ve alimlerin bizden daha bilgili olduğunu söylemesidir. Peki, Kuran bize alimlere itaat edin, diyor mu? Bakalım...

Bu kısımda Sinan Yılmaz Hocaefendi'nin mezhepler hakkındaki video eserinden faydalanacağız:

Nisa suresinin 59. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygambere ve sizden olan ulu-l emre itaat edin. Eğer Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Rasulüne götürün. Bu daha iyidir ve sonuç bakımından daha güzeldir.”
Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk bizden üç itaat istemiştir: birinci itaat ona karşı yapılan itaattir; ikinci itaat Rasulüne yapılan itaattir; üçüncü itaat de ulu-l emre yapılan itaattir. Acaba buradaki ulu-l emr ile kimler kastedilmiştir?
Kur’an’ı en iyi anlayan İbni Abbas, Cabir İbni Abdullah, İmam Mücahid, İmam Hasan, İmam Ata ve birçok âlime göre “ulu-l emr” tabirinden maksat âlimlerdir.
İmam Kurtubi tefsirinde İmam-ı Malik’in de aynı görüşte olduğunu nakletmektedir.
İmam Dahhak’a göre de ulu-l emr dini en iyi bilen fıkıh âlimleridir.
Celalettin Suyuti gibi 200.000 hadisi ezberlemiş büyük bir âlim “Itkan” adlı eserinde ulu-l emrin din ve fıkıh âlimleri olduğunu bildirmiştir.
Şimdi sizler diyebilirsiniz ki: "Ama “ulu-l emrin” âlimler olduğuna dair ayette açık bir beyan yok".
Biz de cevaben deriz ki: “Bir fende veya sanatta ihtilaf edilen bir meselede o fennin ve sanatın dâhilerinin sözü geçer. O fenden ve sanattan olmayan birisi ne kadar da dâhi olsa sözü orada geçmez ve onun sözüne itibar edilmez.”
Mesela küçük bir hastalığın keşfinde büyük bir mühendisin sözüne bakılmaz. Tıp konusunda söz doktorlarındır ve basit bir doktorun sözü bu fenden olmayan büyük bir dâhinin sözüne tercih edilir.
Şimdi Kur’an’ı en iyi anlayan ismini saydığımız ve sayamadığımız yüzlerce âlim ayette kendisine itaat emredilen ulu-l emrin din âlimleri olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu konudaki söz onlara aittir. Zira bu ilmin dâhileri onlardır. Onların bu ittifakına karşı başkalarının sözü, gök gürültüsüne karşı sivrisineğin vızıltısı gibi sönük kalır.
Ayette geçen ulu-l emrin âlimler olduğuna dair başka bir delil de şudur: Allah-u Teâlâ bu ayet-i kerimede ulu-l emre itaati katiyetle emretmiştir. Allah-u Teâlâ’nın bu şekilde katiyetle itaati emrettiği kişinin mutlaka hatadan masum olması gerekmektedir. Çünkü hatasız olmazsa emir mutlak olduğu için Allah’ın ona hata hâlinde de uyulmasını emretmiş olması icap eder ki, bu mümkün değildir. Demek Allah’ın itaati emrettiği kişinin kesinlikle hatadan masum olması gerekir. Bu masum şahsiyet ise ya bu ümmetin fertleridir ya da ümmetin bir topluluğudur. Ümmetin fertleri olması mümkün değildir. Zira ümmet fertlerinin hatasız olması düşünülemeyeceği gibi, ümmetin böyle ender kimseleri bulup onlardan dini öğrenmeleri de mümkün değildir ve ümmetin bu konudaki âcziyeti aşikârdır. Dolayısıyla ayet-i celilede geçen ulu-l emrin bir topluluk olması gerekmektedir ki, bu da ümmet içerisinde fetva verme yetkisine sahip olan müctehid âlimler topluluğudur. Zira fertler hata yapsa da İslam âlimleri hata üzerinde toplanmaz. İşte bu mütalaa neticesinde de ayette geçen ulu-l emrin âlimler topluluğu olduğu sonucuna varılır.
Ayrıca âlimlere ulu-l emr denileceğine şu ayet de ispat eder: “Müminlerin hepsinin birden topluca savaşa katılmaları uygun değildir. Her kabileden bir kısım insanlar din ilimlerinde derinleşmeli ve kabileleri savaştan dönüp gelince onları uyarmalıdır ki, böylece Allah’ın azabından sakınırlar.” (Tevbe, 9/122) İşte bu ayet-i celilede âlimlerin korkutmasıyla diğerlerinin sakınmasın gerektiği belirtilmiş ve korkutulanlara âlimlerin sözünü kabul etmeleri vacip kılınmıştır. Bu itibarla âlimlerin ulu-l emr ismini almaları çok isabetlidir.
Netice olarak diyebiliriz ki: Mezkûr ayette Allah ve Rasulü ile birlikte ulu-l emre de itaat edilmesi emredilmiştir. Burada kastedilen ulu-l emr bu ümmetin müctehid âlimleridir. Zira:
1 - İbni Abbas gibi, “Devemin yularını kaybetsem Kur’an’da bulurum.” diyen bir âlim, Celalettin-i Suyuti gibi 200.000 hadisi ezberlemiş bir muhakkik ve bunlar gibi yüzlercesi ve binlercesi ulu-l emrin âlimler olduğunda ittifak etmişlerdir ki, bunların sözü yanında başkalarının sözünün hiçbir kıymeti yoktur.
2 - Kendisine itaat emredilen ulu-l emrin mutlak manada masum olması lazımdır ki, her konuda kendisine itaat edilebilsin. Masum olmaması hâlinde günahta da itaatin olması gerekir ki, bu caiz değildir. Hâlbuki peygamberler hariç hiçbir fert mutlak manada hatadan masum değildir. O hâlde burada kendisine itaat emredilen ulu-l emr fert değil, bir cemaat olmalıdır. Zira fert hata yapsa da cemaat bir hatada ittifak etmez. Bu cemaat ise âlimlerden başkası olamaz. Zira sultan ve kumandanların böyle bir cemaati oluşturması mümkün değildir. Netice itibariyle âlimlerin ittifak ettiği bir konuda onlara itaat ayet-i kerimenin emridir ki, onlar da bir mezhebe bağlanma konusunda ittifak etmişlerdir.
Ayrıca ayetin devamına da dikkat çekmek istiyoruz:
Ayetin devamında, “Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Rasulüne götürün.” buyrulmuş. Bu kavli şerif icmadan başka kıyasın da hak ve şer’i bir delil olduğunu ispat etmektedir. Şöyle ki: Ayet-i kerimede kendisinde ihtilafa düşülen bir meselenin Allah’a ve Rasulüne götürülmesi emredilmiştir. Bir meselede ihtilafa düşmek için o meselenin Kur’an’da ve hadislerde açıkça geçmemesi gerekmektedir. Zira kendisinde ihtilafa düşülen mesele Kur’an’da ve hadislerde açıkça beyan edilseydi zaten onun hakkında çekişmeye gerek kalmazdı. İşte böyle bir meselenin halli için takip edilecek yol, ayetin emriyle onu Allah’a ve Rasulüne götürmek yani Kur’an ve hadislerde hükmü açıkça bildirilmiş meselelere kıyas ederek hükmü çıkarmaktır.
Demek bu ayet kıyası emretmiştir ki, bu, hükmü açıkça belirtilenlerin arasından hükmü belirtilmemiş olan bir meselenin emsalinin arayıp bularak onları birbirine benzetip kıyas ederek hükmü ortaya koymaktır.
Şimdi size sorumuz şu: Madem kıyas şeriatın bir delilidir ve kıyas ile hükmü bulunacak meseleler çoktur. Acaba bu kıyası kim yapacaktır?
● Bir milyon hadis-i şerifi ezberlemiş Ahmed İbni Hanbel mi yoksa ezberinde 100-200 hadis olmayan sizler mi?
● Ya da bir haftada Kur’an’ın tamamını ezberleyen İmam Muhammed ve dört yaşında hafız olan Said İbni Uyeyne mi yoksa Kur’an’ı sadece mealinden okuyup kendini âlim zanneden sizler mi?
● Ya da İmam-ı Şafi’nin beyanına göre, bütün fıkıhçıların babası hükmünde olan İmam-ı Âzam mı yoksa fıkıh usulü ve kaidelerinden habersiz olarak sadece zannıyla hükmeden cahil cesurlar mı?
Hangisi kıyas edecek?
Elbette alimler, müctehidler kıyas edecek, ayet ve hadislere dayanarak hüküm verecekler. Bizler de Allahın (cc) Nisa, 4/59'daki bu kesin emri sebebile alimlere itaat edeceğiz. 

Gördüğünüz gibi, Kuran-ı Hakim bizi alimlere itaate davet etmektedir. Hem bu ayet, hem de buraya tıklayarak görebileceğiniz diğer ayetler de iki çarpı iki eşittir dört katiyetinde alimlere itaatin zorunlu olduğunu ve "Alimlerden çok mu biliyorsunuz?" sorusunun saçmalık olmadığını isbat etmektedir.
Yeri gelmişken, videodaki müslüman daha önce "Siz onlar kadar bilgili değilseniz, alim dediğiniz kişilerin bilgili olduğunu nereden biliyorsunuz?" sorusunu sormuştu. Bu sorunun diğer bir cevabı da şöyle olacaktır:
- Madem Allah (cc) Kuran'ın birçok ayet-i kerimesinde bizlere alimlere itaat etmeyi emretmeştir, o halde kimin alim olup, kimin olmadığını bilmek zor olmayacaktır. Öyle ya, eğer birinin alim olduğunu bilmek için ille de alim olmak gerekli olsaydı, Allah (cc) bize alimlere itaati emretmezdi. Madem Allah imkansız birşeyi emretmez ve madem O, alimlere itaati emretmiştir, o halde kimin alim olduğunu anlamak çok kolay olacaktır!

Kardeşlerimiz! Bu yazımızda "Alimlerden çok mu biliyorsunuz?" gerçeğini bir safsata adlandıran videoya cevap vermeye çalıştık. Zaten yazının son kısmında Sinan Yılmaz Hoca'nın hazırladığı eserden yaptığımız Nisa, 4/59 iktibası bile tekbaşına bu videoya cevap olarak yeter.

Birileri yine "müslüman öğrenci, ateist öğrenci, matematik profesörü, beş artı beş..." tarzı basit ve yanlış, yerinde olmayan örneklerle Rabbimizin çok açık alimlere itaat edin! emrine muhalefet ederse, biz ne diyelim, ne yapalım?!

Bu yazımızla alakalı ilave bilgi almak için tıklayınız:
Sahabe ve Müctehidlere Üstünlük Davasını Kim Çıkarıyor?

0 Yorum:

Yorum Gönder